28 Nisan 2009 Salı

Soğuk

Uyuşturur insanı., hissiz olursun.
Sanki gücünü alır , isteksizleştirir.
Kendini gergin ve atakta hissedersin , seni harekete zorlar.

Şimdi farkediyorumda soğuk olmak en iyisiymiş.
Katı olmak, titremek ama vazgeçmemek.
Dayanıklılığın son raddesine zorlamak, güçlenmek ve devama zorlanmak.

Hayatta kalmak ve bu süreyi uzatmak .....

Soğuk , içimi ısırıyor, dik tutuyor.
hissizleştiriyor, hatta unutturuyor.

Ne dağlıyorum, ne tütün basıyorum..

Üşüyorum , sadece üşüyorum ...
Karanlıkta , tek başına ve

üşüyorum....

Belki yıllar geçecek , belki ömür bitecek.

Hep aynı kalacağım..

aynı, sabit ve


Donuk...

Son kurşun...

Hayat ile çarpışmamda cephanesiz kaldım.
Susuzdum, açtım. Dost bir ele , melek bir yüze hasrettim.
Hani derler ya son bir sıkımlık kurşunu kalmak,
işte o şekilde son bir kurşun sıkıp herşeyi değiştirebilecek bir mucize bekledim.
Çok uzun bekledim, yorgunum.

Sonra o çıkageldi.
Yaralarımın nerede olduğunu sormadan bildi.
Yüreğime su serpti.Ruhuma sevinç , içime umut oldu.
Son kurşunumu sıkmak için ayağa kalktım.
Bu kurşun ile hayatı yenecektim.
Onun için yenecektim, sevdiğim için....

Sonra bir Truva atı olu verdi melek yüzlüm.
İçim acıdı son kurşunumla..
Sanki hayata değil beynime sıkmıştım ..

Yorgunum.

Yaşlandım ve savaşmaktan yoruldum.
Geride kalan son adam olmayı kabul ettim artık.
Bildiğim yoldan gitmeyide , içimi kurutmayıda kabullendim.

Artık vazgeçtim beklentilerimden.
Geride bırakılmanın, yani yalnız olmanın gerçeğini kabullendim.
Çok üzgünüm ve bir o kadar da kızgınım.
İçimde bunlar dışında duygu kalmadı.

Son yeşeren filizide kopardılar.

Yorgunum .

Artık ne sevebilirim , ne de insan olabilirim...

Yorgunum.

Ayakta durmakta zorlanıyorum.
Sanki yumuşayan kalbim değilde bedenimmiş gibi , desteksiz, külçe gibi yığılıverdim.
Ayakta durmam gerek, dik olmam gerek.
Bunun için katı olmam sertleşmem gerek.

Kalbim yok artık , bana aklım gerek....

27 Nisan 2009 Pazartesi

Neden ?

Açık kitapları okuyoruz, sonra onlardan ders çıkartıyor gibi yapıyoruz.
İnsanları dinliyoruz, sonra onları anlıyor gibi yapıyoruz.

Peki aslında biz ne yapıyoruz ?

Gözüken ile olan ne zaman aynı olacak ?
Söylenen ile anlaşılan ne zaman tutacak ?

Yapılan ile beklenen ne zaman bir olacak ?

Kendi dünyamızı geliştirmekle beraber , kendi dilimizide geliştiriyoruz.
Peki sadece bizim konuştuğumuz bir dili kim anlar ?

Dünyalarımızı birleştirsek, çıkarlarımızı birleştiremiyoruz.
Çıkarlarımızı birleştirsek, benliklerimizi birleştiremiyoruz.

Birey olmayı o kadar önemser hale geldik ki bir olmayı unuttuk.
Bölündük ,parçalandık ve kolay hedefler haline geldik.
Savaştığın cephenin büyüklüğü , görmek zorunda olduğun alanın genişliği ile sınırı ise ,
neden hala daha geniş bir savaş alanına ihtiyaç duyuyoruz ?

Sırt sırta vermekten korkmanın sebebi arkadan hançerlenmek mi, yoksa benliğinden kaybetme korkusu mu ?

Sistem birey olmaya itti. İnsanlar birey olarak yetişti.
Ben ile bizin ilintisini unuttular, unutturuldular.
Biz demek ağır gelmeye, sorumlulukları acı vermeye başladı.
Bizler azaldı, benler çoğaldı, saygı , hoşgörü kalmadı.

Ve insanların içini korku kapladı.
Herkes birbirine yabancılaştı.

Akrabalar yabancılaştı, anne ile kız , baba ile oğul yabancılaştı.
Biz olmayı bilmeyenler biz olmaya çalıştı acemice.

Öğreten olmamış, aksi gibi emsalde bulunmamıştı.
Bir çembere sıkışmış iki yabancı oldu ilişkiler.
Evlilikler zorunluluk, eşler fazlalık oldu.

Ne atabileceğin, ne satabileceğin rakipler oldular birbirlerine.
O çemberin içini diğeri için daraltan bir ayrıntı olarak görüldü kimi zaman.
Bazende kendisinden özgürlüğü çalan bir rakip idi.

Bütün bunlar eşliğinde iki kişinin beraberliği zor idi, sorun idi.

Zorlaştırmak ve sorunlaştırmak için toplum olarak herşeye hazır idik.
Elimizden geleni ardımızada koymuyoruz.
Eziyetlerimiz ,zorunluluklarımız, hepsini diğer nesillere aktarmaktan ve
bunları normal atfedip kabullendirmeye yönelik zorlamalardan vazgeçmiyoruz.

Peki nereye gidiyoruz ?