16 Eylül 2012 Pazar

Şehirin tükettikleri


Trafigin elverdigini kadar hizliyiz.
Islerimizin izin verdigi kadar tatilimiz var.
Patronumuzun istedigi kadar ozgur giyiniyoruz.
Liderimizin istedigi kadar ozgur dusunebiliyoruz.
Toplumun kaldirabildigi kadari ile yenilikciyiz.
Sevilimizin istedigi sekilde sevisiyoruz.

Kisaca hep birilerine gore yasiyoruz.

Simdi karsi cikanlariniz olacaktir ama onlar bile bir sekilde bu sistemin icinde.

Peki ne yapmali ? Ne sekilde  hem ozgur hemde sinirlar icinde kalabiliriz ?

Sinirlar gerekli cunku var olma durtumuz sinir tanimadigi icin baskasi icin bir tehdit.
Tabi baskasinin durtusude bizim icin .

Surekli devinimde olan bir sistemde dengeyi saglamak icin surekli denetlemeden gecirmek gerek.
Iste bu noktada denetimi kimin yapacagi sorun teskil ediyor.

Kisi kendi kendine denetlemede her zaman kantarin topuzunu kacirma egiliminde.
Baskasi bizi denetlemede egolarin esirinde.
Sistem egolardan arinmamiza izin vermiyor aksine kucuk "ben" dunyalari kurup egolari sisirtiyor.
Kendimize gercek anlamda guvenli olmamizi degil sadece kibirli olmamizi istiyor. Bu vesile ile etkilenmeye ve yonetilmeye daha elverisli oluyoruz.

Sonucta kendimizi ve cevremizi yetistirip egolarimizin esiri olmadigimiz an kurtulusa yaklasiyoruz.

Sonucta ateist de olsan dindar da kalsan onunde iki ornek var.
Ya seytanin kibiri veya bilgenin egosu...

Ikiside bizi ayni sona surukluyor.

yanlisim varsa duzeltin....

11 Eylül 2012 Salı

İhtiyaç

Gün içerisinde maruz kaldığım muameleler ve haksızlıklar sebebi ile öyle bir örselenmişim ki ister istemez bende buradayım, bende iyi iş çıkarıyorum, bende başarılıyım demek, bunu hissettirmek hatta bunun konuşulduğunu duymaya ihtiyaç duyuyorum.

Bu durumun hayata geçmiş halinde ise sistem içerisindeki hataları ortaya çıkartmak çözümler üretmek hatta devrimler gerçekleştirmek şeklinde yaklaşımlar geliştiriyorum ama şu anki halim ile düşündüğümde çok korkunç bir hata yaptığımı fark ediyorum.

Ben abartsamda,doğru söylesemde fark etmeyecek olan şey temelinde yatan gerçeklerden ötürü hata sahiplerinin komplekse girmesi ( ki bu iyi ihtimal) yada direkt olarak kendilerine yönelik saldırı olarak algılamaları.

Tabiki sonuçda elime geçecek olan benim ( yani tehtidin ) ortadan kaldırılmam. Peki hayatta kalma dürtüsü ( yani temel ilkesi ) bu konuda beni nasıl yönlendiriyor ?

Yer altına girmek yani eylemlerimi kendi oluşturacağım güvenli sınırlar içerisinde tutmak ve olgunlaştırmak, zamanı gelince ( ki gelir ise ) yeryüzüne çıkmak. Kendimce hazırlıklar yapıp , sessiz kalıp , minimum dikkat çekmem lazım gerek. Minimum dikkat çekmek için ise alabildiğine içime kapanmam gerek.

Umarım bunu yapabilirim. Şuan kendime güvenimi kazanmaya ve onay görmeye çok ihtiyacım var.

Bunları buraya yazmamın sebebi ise her insanın buna ihtiyaç duyması ve bunun hiçbir şekilde yanlış olmadığının bilinmesi gerektiği gerçeği.

Yanlış mıyım ?

9 Eylül 2012 Pazar

Yeniden değerlendirme

Yeniden merhaba.


Uzun aralar verdim biliyorum. Beni benden başka seven var mı bilmesemde beklettiğim için özür dilerim. Daha sık daha düzenli yazmaya özen göstereceğim.
Çünkü kafamın tıpasını açmadıkça içeride birikenler zamanla çürüyor ve beni zehirliyor.
İyisimi bekletmemedne boşaltmak.

Bugün ile ilgili gözlemlerimi aktarayım.

Önce Jung ve Freud ile ilgili bir film izledim.
Güzel oldu nerelerden gelip nerelere gittiğini görmek.
Hep merak ederdim onlar neye göre kalibre ediliyor diye ve gördüm ki psikoanalizin ağa babası dahil hepsinde sapmalar ve özbenlik sorunları mevcut. Sanırım sadece biraz önümüzden giden bir arabanın farı yolumuzu ne etkinlikte aydınlatıyor ise psikoloji ve psikolog( yada psikiyatr)'ın kendi de bizi o kadar aydınlatabiliyor.


 Cuma günü başıma gelen bir olayı düşünüyorum.

Kişi neden suçlu olmadığını bildiği birini suç ile itham eder ?

Ki ettiği ithamın gittiği yeri fark edip dümen kırması ise ayrı bir alay konusu.

Evet aslında neden suçu başkasına attığını biliyorum. ve evet artık ona kızmıyorum çünkü ne kadar aciz ve ne kadar zavallı bir durumda olduğunu fark ettim.
İçinde olduğu durumun ağırlığı ve sorumluluğunu kaldırmaktan aciz demekki. Hatta kendi acizliği hatta yetersizliği sebebi ile kızgın.
 Ben ise işimi kusursuz yapmanın, görevimi bilinçle yerine getirmenin ve doğruyu söyleyip savunmanın verdiği mağrurluğua sahiptim. Canını birde bu yakmış olmalıydı.

Şimdi ona üzülüyorum, kendime değil.
Güçlü ve mağrurum, korkak ve yalaka değil.

Şükürler olsun.

Tekrar görüşeceğiz. Artık daha sık ;)

8 Mart 2012 Perşembe

Acı gerçek üzgünüm...

Şimdiye kadar bizlere gerek anne ve babamız, gerekse toplum tarafından empoze edilen herkesin eşit olduğu ve diğerinden bir üstünlüğü olmadığıdır.

Şimdi işin aslı şu...

Herkes diğerinden farklıdır.
İnsan olmak dışında hiçbir ortak yanımız yok.
Farklı özelliklerimiz ve farklı tercihlerimiz sonucu farklı kimseler oluyoruz.
Bu farklılıklarımız bize yeri geliyor zayıflık, yeri geliyor güç olarak dönüyor.

Hayatta başarılı olabilenler ise farklılıklarını iyi kullanabilenler oluyor.


Özet...

Herkesin eşit olduğu tek yer Yaratıcının huzuru.

Kanun mu ? sizde biliyorsunuz.

Bunun dışında herkes sadece DENK dir EŞİT DEĞİL..


İnsan olmanın meziyetleri unutmamak için şunuda unutmayalım,

"Basit yaşa ki başkaları da var olabilsinler"

Gandhi ....

26 Şubat 2012 Pazar

Düzen adamı olmak yada olmamak..

İş hayatım kötü durumda. Yapılan hatalar mı ? hepsi insanlığım adına.

Sadece iş değil bir çok alanda çürüme yaşanıyor. sebebi ise daha çocukken bizler için örülmüş ağlar, kader ağları.

Olayların kökenine bakarsak ikili bir düzenin söz konusu olduğunu görürürz. Kitaplarda yazan ve bize öğretilen ile gerrçek yaşamda maruz kaldıklarımız ne yazık ama aynı değil.

Aynı olmasınıda beklemeyin.


İnsan olmanın yanılsamasını mı yaşıyoruz ?
İnsanın ne olduğunu tartışmayacağım. Hedeflenen doğru insan ise ya ben bu konuda saplantılıyım yada ebeveyinlerim bu konuda hatalı..

Karar veremediğim şey ise neyin doğru olduğu değil , hayatta kalma yolumun ne olması gerektiği..


Kafanız karıştı değilmi ?

İzninizle özetleyeyim.




Temelde anne ve babalar iyi insan olmak üzere bizi yetiştirirler. Yalan söylemeyi sevmezler * Hırsızlık yapmazlar *, ikili oynamazlar*, riyakarlık, çıkarcılık yapmazlar * vesaire.

Bizi de buna uygun yetiştirirler. Aslında kendi yapamadıkları için bizi yüreklendirirler.



Yetiştik, koca adam ya da kadın olduk . durumumuz iki şekilde olabilir ya,

yalan söylemez, iki yüzlülük yapmaz, çıkarcı, yaaka vs olmaz ideale yakın bireyler oluruz.


Ya da,


ebeveyinler yapma etme dese bile kendileri yaptıkları için onları örnek alır bizde hayata hızlı giriş yaparız.


İlk seçenek olan ideal için pek ümitli değilim çok sorun yaşıyor.
Uyum sorunları oluyor, yalpalıyor, darbe üzerine darbe yiyiyor.
İki arada bir derede kalıyor , tabi o da yeterince akıllı ise.

Ya düzen adamı olacak ya da özünde, mayasında olmadığı için savrulup hiç olacak.

Akılsız ise durum dahada kötü harcanım gidiyor direkt ünkü neler döndüğünü anlamıyor bile.


İkinci model olan anadan babadan görerek gelenler ise içinde bulunduğu toplumda
ideal modelde olanlara ilerlemede fark atarak , cevresindeki diğer rakiplerini zorlayacak hatta birbirlerini daha ileri seviyelerde alaşağı edip yükselmek için yeni yetenekler geliştirecekler.


İdeal model ise bütün bunların arasında patilerini ıslatmış kedi gibi söylenecek, çaresizce başka bir yol bulup bütün bunlardan uzak durmaya çalışacak. Ne mümkün ....

Kıran kıranan ilerleyen bu zaman çizgisinde ortam git gide şerefsizleşirken hayatta kalmak ya da kalmamak şeklinde özetleyebileceğimiz bir noktaya geliriz.(**)

Çoğunluk hır gür içerisinde tuttuğunu kopartıp , koparttığının kimin kolu kimin bacağı olduğuna bakmayan yeni bir türün egemenliğinde olur.

Bu kitle gitgide birbirlerine yabancılaştırılır.(***) Öyle ki kendi aralarında türemeleri bile çıkarlar üzerine kurludur ve tohumlarını da aynı şekilde başkalaştıracaklardır.

Giderek ezici olan bu kalabalığa ne yapmalı ?
Geride kalanlar nasıl korunmalı ?

Nasıl hayata kalmalıyız ?


Bazen halimizi orta dünyada artık yaşamın çarpıklaşmasından ötürü uzaklara göçen elflere benzetiyorum. Yazık ki bizim gidebileceğimiz bir uzaklar da yok.

Bu sebep ile ya yaklıp savaşıp öleceğiz.

Ya da onlara benzeyip çürüyeceğiz.

Olmadı savrulu gideceğiz...


İçim acıyor , kendimi çok kötü ve çaresiz hissediyorum.






(*) kesinlikle çifte standartlı olup aksini yaparlar.
(**) biz ideale olarak yetiştirilenler
(***) en tepedeki sistemi yönlendirilenler tarafında hizmetli olarak kullanılan besi hayvanı kadrosu..

7 Ocak 2012 Cumartesi

Gibi birşey ...

Özgürlük için yapmak istediklerimizi sınırlandırmadan tercihlerde bulunmak ve sonuçlarını elde etmek derlerdi.

Tek sınırı ise başka birinin özgürlüğünün başladığı yerdi.

Bunu orta okulda duymuş ve başka birinin özgürlüğü ile benimki nasıl çakışabilir diye düşünmüştüm. O zamanlardaki saflığım ve masumiyetim demekki dünya için çok kolay lokma imiş.

Peki onca zaman içerisinde neler öğrendim ?
Aslında özgürlüğün ne kadar değiştiğini öğrendim.
Yani aslında özgür olmadığımızı.

O özgürlüğüm için sınır olan başkasının özgürlüğü, o başkasının elinden alınmış ve dar bir anlayış alanına kapatılmıştı. Yerine ise yönlendirilmiş, çarpıtılmış bir ahlaksızlık,bayağılık ve bencillik konuşmuştu.

Peki neden ?

Çünkü özgürlüğümüzün karşısına konulan dejenere kavramlar ona makul bir sınır sağlamaktan çok bizleri sonsuz bir kontrolsüzlük içine çekip dikkatimizi bakmamız gereken tarafa vermemize engel oluyor. Sanki dipsiz bir kuyunun içine düşer gibi
hiç durmak ve durdurulmaksızın bu kontrolsüzlüğe yöneliyor ve kendimizi onun sarhoş edici ve oyalayıcı sınırsızlığına koyuveriyoruz.

Amaç ise bizi bu tarafda oyalarken diğer tarafda boyunduruk altına almak.


İşte bütün çevremizde gördüğümüz bu anlamsız ve bozulmuş sapkınlıkların sebebi

ve

ona neden kapılmamamız gerektiği.




Hala devam etmek istiyormusunuz ?


Sanki hala özgür gibi ....

1 Ocak 2012 Pazar

Verilen aralar..

Uzun araların hayıra alamet olmadığı düşünülür ve evet hayıra alamet değildir.
Bunca zamandır aklımda birşeyler yok mu sanıyorsunuz ? Olan bitenlere baktıkça inanın insanlık için umidim kalmadığını kabul etmek istiyorum.
Sadece felsefi ve sosyolojik açıdan değil, varoluşun kavramları ve şartları açısından da ümidim pek kalmadı.

Açıklamak gerekirse bir süredir kilometre taşlarına kafayı taktım.
Hani vardırya yolumuzun ne kadarını aldığımızı göstermekten ziyade benim için geriye ne kadar yolum kaldığını gösteren işaretler, işte onları inceliyorum.

Evet yazık ki kişiden kişiye değişen hedeflerin farklılığı bizi gördüklerimizi farklı yorumlamaya iten bir etken olarak hala var olmaya devam ediyor.
Bu durum ise kilometre taşlarını kendi dünyamızda farklı yorumlamamıza neden oluyor.

Peki ama ya zamanımız ?

Kastım yıllardan başlayıp saatler, dakikalar şeklinde ölçeklenebilir zamanın ötesinde geriye kalan var olma şansımız şeklinde bir olgu.

Bunu ölçeklendirirken yararlandığım yöntem, neler kaybettiğimiz ve bu kaybettiklerimizi ne kadar zamanda nasıl geri kazanırız mantığı üzerine kurulu.
Kişisel olarak kaybettiklerimizi genelde ön planda tutuyoruz ki bu bize aşılanan bir düşünce şekli. Peki ama ya kişisel değilde dolaylı yoldan kaybettiklerimiz ?

Ne kadarımız gerçekten nasıl yaşadığımızı ve bu şartların ne hale geleceğini farkında ?

Peki ya ne kadarımız elimizden kayıp giden değerlerin maddiden çok manevi olduğunu ve işleyişin tek yönlü olduğunu farkında ?

Evet , yazık ki işleyiş tek yönlü ve aksinin gerçekleşmesi için gerekli bedel kimsenin üstelnmek veya kendi adına ödemeyi kabul etmek istemeyeceği kadar büyük yada derin.

Sonuçta baktığımızda hala hayat dediğimiz resmi oluşturan her olguyu tek tek ele alıyoruz ki bu, resmin bütününü görmemize ve bize gösterilmeden ilerletilen süreçlere hakim olmamıza büyük bir engel.

İşte aslında psikolojinin büyük ölçeklisini ( sosyoloji diyebilirmisin bilemem ?)
geniş etki alanlarında kullanmak üzere yapılan manevraların sonucu..

Kendimizden ve bizi bekleyen gelecekten bir haberiz.

Peki bu değişecek mi ?

Zamandan yana ne kadar şanslıyız pek bilemiyorum.
Bildiğim tek şey önceden belirtilen kilometre taşlarını süratle geçtiğmiz ve bize biçilmiş olan varoluş ömrünü fütursuzca kısalttığımız.

Lütfen biraz daha bilinçli isteyip, davranıp, tercih edelim.
Lütfen kendimizi ve değerimizi bilelim.

Müşteri veya besi hayvanı olarak değerimizi değil, insan olarak, neler yapabileceğimiz ve nelere mal olabileceğimiz şeklindeki değerimiz.

Değiştirme ve koruma gücü şeklindeki değerimiz.


Biraz dikkat ve hayatınız değişsin.

Hayatımız değişsin.

Hayatlar değişsin.