7 Ağustos 2009 Cuma

Ve oldu

Deli gibi yağdı yağmur ama ben altında değildim.
Ne damlaları işledi üzerimdeki elbiselere,
ne de başımdna aşşağı yüzüm boyunca süzülüp aktı yerlere.

Teneke bir çatı altında sadece tıpırtılarını dinledim.
Olsun yinede mutlu oldum dışarıdan gelen kokunun havalandırmaya girmesi ile.
Kendimi bir arabanın içinde sahil kenarında patlamış bir denizi izlerken düşledim bu 20 dk boyunca.

Mutluydum belki yeterince değil ama

mutluydum.

6 Ağustos 2009 Perşembe

Yağmur

Bu sabah yağmur yağacak gibiydi.
Gök yüzünü tatlı grilikte blutlar kaplamıştı.
Gökyüzünün yeryüzüne merhamet ettiği anlardan biriydi.
Güneş kavurmuyor ,sıcak ısırmıyor,ışık gözlerinizi almıyordu.

Bir an içi bile olsa arkamızdaki tepelere baktım.
Yer yer çayırlara dönüşmüş bodur ağaçlıklara doğğru.
Orada olup o çiği hissetmek istedim.
Toprağın kendine has kokusunu,
nemin havada bıraktığı serinliği,
tenimdeki tazeliği hissetmek istedim.

Ellerimi yeşillikler üzerinde gezdirmek ve onların bir parçası olmayı istedim.
oracıkta ıslak çimler üzerine yada bir kaya üzerine oturup yağmurun yağışını izlemek .
Gökyüzünün denize damlalar bıraktığını görmek.

Özgür bir kurt gibi çayırlarda ve ormanda yürümek.


Bu sabah bunları istedim.
gök yüzünün kurşuni gri olmasını,
yağmurun yağmasını,
hayvanların yuvalarında güvenle bulunmalarını istedim.


Bu sabah dingin olmak için çok şey diledim.....

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Güne uyanış

Sabah uyandığım an ilk hissettiğim şey ışık oldu.
Gözümü açtım. Aynada kendimi görüyordum.
vücudumun yeni hali gözüme hoş gözükmeye başlamıştı.
Penceredeki bambuların arasından gelen ışık tenimde değişik bir doku izi bırakıyordu.
Yatağın yumuşak ve destekli kucaklayıçı ve bedenimdeki gerginsizlik hissi ile
güne gülümseyerek uyanmak...

İşte uzun zamandır yaşamadığım buydu.
Herşeyiyle hayatıma hakim olduğumu hissederek.
Kendi evimde , kendi düzenimde, kendi ritmimde yaşamak ve hareket etmek.

Evimin sessizliği ve dinginliği ile o odadan bu odaya geçmek.
Hayatımı farkına varmak....

Yaptığım herşeyin an ve an zevkini çıkartıyorum.
Yapılacak işler bil ebeni sıkmıyor artık.
Kimseye hesap vermeden kendi ritmimde yaşamak.

Evde banyodan çıkıp havlusuz dolaşabilme ve istediğim kadar aylaklık yapabilme lüksünü yaşamak.
Yemekleri istediğim saatte yemek, istediğim zaman uyumak.

Eve istediğim saatte gelmenin ve birileri meraklanacak diye telefonu açık tutma eziyetinden
uzak bir hareket özgürlüğü...

Seviyorum evimi, yaşamımı, vücudumu ve kendimi..

Seviyorum ne kadar leş olup kokuşsada dünyayı..
kesip atıyorum bozulmuş yerlerini.
ve prestooooooo işte bana yetecek kadar saflık, temzilik, doğallık ve özgürlük..

Mutluyum.

En önemlisi


Huzurluyum.

Gözlem ve objektiflik

Genel insan yaklaşımı olarak sorunlarla karşılaştığımızda ilk olarak elimizdeki çözüm yöntemi ile yükleniyoruz üzerine.

Uygun olup olmadığına bakmadan doğrudan uygulamaya geçiyoruz.
Belki 2. veya 3. başarısız grişimden sonra ne oldu diye bakıyoruz ama o an aslında elimizdeki başarısızlık ve çalışmayan yöntem daha ön planda olup odak değişiyor.

Şöyle bir hal oluyor " neden işe yaramadı ?"

Asıl gerekli olan ise daha farklıdır ve olaylar şöyle cereyan etmelidir.

Öncelikle farzedelim ki iyi bir gözlemci değilsiniz ve nüansları yakalayamadığınız için bir çıkmaza girdiniz.

Yada ..

İyi bir gözlemci ama kötü bir iletişimcisiniz ve olaylar kontrolden çıktı.

Veya ..

Hepsinde iyi olabilirsiniz ama egonuz bunların ötesinde olup gerçekleri dışlıyor..

Bu durumda ilk ikisi için bir çözüm var.

Şöyle bir geri adım atıp bir düşünmek..
Empatiyi kurup koşulları baştan ve kendimize göre değil karşımızdakine göre modelleyip
neyin zora soktuğunu anlamak.
Birde anlamadığımızda sormak...

Her zaman doğru anlayamayız..


Son durum için ise....

Acınacak haldesiniz.
Kendinizle barışık olmadan ve kendi içinizdeki korkuları yenmeden bu tür sorunları hayatınız boyunca yaşayacağınız gerçeğini ne kadar red etsenizde hayat bunu bir tabağa koyup yemeniz için burnunuza dayayacaktır..

Daha fazlasını ekleyecek olan ?

4 Ağustos 2009 Salı

Hayatı farkına varmak..

Hiç düşündünüz mü ?
Bedeninizi en sn ne zaman tamamen hissettiniz ?

Oturup ne zaman ayak parmaklarınızdaki tırnakların parmak ucunda bıraktığı hissi algıladınız ?
Yada bedeninizdeki tüylerin derinize verdiği sinyalleri en zaman hissettiniz ?

En son ne zaman poponuzun oturduğunuz yeri dışında bir yerini sadece hissetmek için bir uyarı olmadan algıladınız ?

Tüm bu bedenin her noktasındaki belkice milyarlarca algıyı nasılda fark etmiyoruz değil mi ?

Doğal olan bu mudur ?
Gündelik yaşamımızda benliğimize ait herşeyi farkındamıyız ?
Bedenimizde olan biteni gerçekten algılıyabiliyormuyuz ?

Bedenimizi bile bir yabancı gibi keşfederken acaba hayatımız ne durumda ?
Ya çevremiz ?

Ya diğer insanlar ? Onları gerçekten algılıyabiliyormusunuz , yoksa koşuşturmadan yada öncelikli dertlerinizden dolayı bunu esmi geçiyorsunuz ?

Yoksa hiç mi farkında değilsiniz ?

Dışarıda koca bir hayat var ve siz bunun bir parçasısınız.

Hissedin herşeyi.

Acıları ile tatlıları ile, tüm tatları ile hissedin.

Bir gün neler kaçırdığınız fark ettiğinizde çok geç olacak.

Geç kalmayın......

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Paradokslar..

Paradokslar nedir ?

İki tarafıda birbirine değen bir denklemdir aslında.
Birinin doğumu diğerinin ölümü olduğu gibi aynı koşulların
karşı taraf içinde geçerli olması durumudur.
Birbirinin içine girmiş ve birbirinin içinden çıkamama durumu.

Peki gerçekten böyle bir durum var mı ?
Yoksa biz insanın sınırlı algısı ve kapasitesi ile örülmüş olan
varlığının ispatını farklı bir platformda yapmak adına oluşturduğumuz mantık silsilesinde
hatalar mı var ?

Bu hataları nedne göremiyoruz ?

Eğer bildiğimiz herşey öyle veya böyle dengede kalıyor ise ozaman paradoks doğası gereği varlığını koruyor.

ama diğer açıdan paradoksal durumalra bakıldığında bazı kabullenişlerin söz konusu olduğunu ve bu kabullenişlerinde temellerinde varsayım yada gözlemlerle ispat edilmiş , varlığı kabul görmüş kalıpların gerçek olarak adlandırılmasına dayandığını görüyoruz.

Kısaca hala bir hata payı var..

Peki bütün bunlara dışarıdan baktığımızda bir paradoks mu ?

Şahsi kanaatim hayır.

Sınırlarını bilen bir birey olarak sınırların neleri etkilediğini farkındayım.
Bu sınırların aşılması ama geriye dönük olarakda geçmişe sağlamca bağlanılması durumunda
zihnin engelleri aşılacak ve belkide herşey çok farklı yorumlanacak..

Öyle değil mi ?

Ağır

Evet ağır ..

Taşıyamayacakları kadar ağır.
Anlayamayacakları kadar ağır.
Hissedemeyecekleri , hissetmeye kalkarlarsa ezilecekleri kadar ağır.
Konuşamayacakları, konuşurlarsa karşısında ezilecekleri kadar ağır.

Esans gibi yoğun, etkili ve çarpıcı olabiliriz ama
ne yazık ki normal bir buruna sahip hiçkimsenin bundan haz alması mümkün değildir.
Onlara güzel olsa bile çok yoğun , ağır ve bunaltıcı gelebilir.

Bu sebep ile az açmalıyız kendimizi.
Esansımızı azar azar salmalıyız.
Koklamak isteyenler toplanmalı çevremize.
Heryere güzel kokumuzu salacağız ve bir güzelliğe nedne olacağız diye
zorlamamalıyız.


Yoksa koklayacak kimse kalmaz.
Kalmaz ise biz sadece kendimize göre güzel kokmuş oluruz.

İnsanın yapısı buna ters.

Sorusu olan ?