23 Haziran 2010 Çarşamba





Gecesinde uyandığım bir gün doğumundayım yine.
Olmak istediğim için aşık , uzanmak isteğim için yorgundum tüm gece.
Ellerimizden sihir çıksın dudaklarımızdan lal dökülsün diye
Gözler gözleri aradı, suskunluk arttı örtülüce
güneş önce doğdu sonra battı yüzlerimizde 
arasında ise dizeledik birbirimize isteklerimizi


Koştuk mu bilemedim , yoruldum
nefes alsaydım eğer daha uzun olurdu sanki
Önceden var gibiydi, ben böyleydim gibiydi.
şimdi yokum , yoksulum, eksik ve parçalanmışım


Dişler çiğniyor yüreğimi.
Kabullenmek anlamsız yabancılaşmış benliğimi
ben bile beni tanıyamamışken geride hatıra mı kaldı sanki ?


Bu kadar mı yakışırdın varoluşuma ?

Bilemedim , göremedim bittiğimizi
varamadım gittiğimize , geride kaldım
bu veda mıdır, istemedim ben böyle
Ne fikrim de,ne de  elim de yoktu böylesi.

istemedim, hayır böylesini istemedim.



Gecesine uyandığım bir gündeyim şimdi
adı gün ama havası karanlık
Bu diyarlarda kuşlar ötmüyor artık
Bekliyor herşey ilerlemek için yaşlı adamı
Yetişemiyorum, yorgunum.

Zaten neye yetişebildim ki ?


Bırakıyorum  artık.



Hoşçakal




İş başında 17

Yaşadıkça öğrendiği şeyler aslında bilmesi gereken şeyler değildi.

Gerçek böylemiydi ? Elbette hayır.

Şimdiye kadar red ettiği basitlik  yalınlık ya da sadelik anlamında değil,  avam birşekilde kullanılan seviyesizlik kavramıydı.

Kendisi seviyesiz olmamışmıydı ?
Red etmesi imkansız ki olmuştu. bilmediğinden , öğrenmediğinden ötürü olmuştu.
Zaten tüm o anlayışlı halini, merhametini ve umudunuda bu yüzden taşıyordu.

Ağır bir yüke dönüşmüştü bu duyguları ve hali.
Sanki karaciğerini sürükleyerek taşır gibi ileri gitmeye çalıştığı her anda geriye doğru  yavaşlatılıyordu onu.
Bazen düşünüyor ve anlam verememeyi tercihe diyordu.
Olan biten içerisinde hiçbirşeyi değiştiremeyecek kadar güçsüz ise bu düzlem onun varlığına neden ihtiyaç duyordu ?

Var oluşu bir tür rastlantısallıktan öteye gitmese bile aynı rastlantısallık onu gerekli kılmıyor muydu ?

Kendi için gereklilik , kendi kendini var etme ihtiyacını da veriyor, onu diğer var oluşlar arasında fark edilmeye zorluyordu.

Bu kısıtlı kaynakların sebebi ile miydi  yoksa kendi içimizde bir tür tanrıcılık oynamaya mı ihtiyacımız vardı ?


Küçük tanrılar....


Çevremizde yok mu ?
Her biri kendi dünyasının yaratıcısı olmakla kalmayıp bunun sahiplenilmesini  bırakın gezegenler arasını, evrenler arası savaşa ve sömürgeye dönüştüren o küçük tanrılar...

Gücü yeten yetene , acımasız bir savaş.
Göz yaşının ve umutların beraber süzüldüğü yüzlerinde aslında birer parçası olduğu , kurban oldukları kadar suçlusu da oldukları bir çılgınlık olan biten aslında.


Hepsi özünde  kendi kendilerine sergiledikleri oyunun bir sahnesi.
Yazık ki hepsinin de derdi sahnede en uzun soluklu ve en etkiliyi oynamak.


Peki bunun için öldürdükleri, derin gerçekte birbirilerininde seyircileri değil mi ?


Yalnızlığı vurgulamak bir tarafa , katmerlendirmek için bile daha iyisi yapılamazdı.
Herşeyi için birbirlerine mecbur iken , yapılan yine birbirlerine karşı.

Bu çıkmaza gelişimlerinin hangi döneminde girdiklerini bilememekle beraber, sanırım şimdiye kadar hiç kimseninde araştırmadığı bir derinlikte yatan gerçekler, aslında tek kurtuluşuda bünyesinde saklıyor.

Bu durumda ne denebilir ki ?

Yazık geri gidilemeyecek kadar ilerideyiz yanılgısı içerisinde olanlara.

Yazık ellerini açıp avuçlarındakinin dökülmesine izin vermeyenlere.

Yazık kendilerini kendi elelri ile hapsedenlere.

Yazık sizler yüzünden çürüyenlere.


Hepsine yazık.

Hepimize yazık.