9 Aralık 2010 Perşembe

Yolculuk

Yolculuk kırık döküktü.

Yolları bozuk , havası bozuk...

İnsanları yorgun , yüzleri durgun.

İfadeleri canlı, hayatları ölü.

Canları bezmiş , gönüleri geçmiş

Gelip geçene bile verdiği nefes birmiş.


Biz bu diyarlarda çok acılar çektik.

Çok avcılar geçti bu yoldan.

Nice hayallerin izi sürüldü yorulmadan.

Ne karanlıklar aydınlatılmakla vaad oldu.

Ne sözler ,  yeminler döküldü kuru , hırslı dudaklardan.

Gözlerini bürmüş onca hayalden


Geriye kala kala insanlıkları mı kalmıştı ?



Keşke...



Yolculuk kırık döküktü.

Oturulan yer alçak , bakılan yer sisli.

Söylenen şarkısıda kayvetli

hemde dağıtacağı havadan çok.

Kim ?

Bir müziğin notalarında tutkuya rastlamak

Hem de en derinine, kaynağına kadar inen
ayrı bir pınardan , ayrı bir renkten tutku.


Kulağına gelen notalardamı gizli tutku ?
Onlara ilk hayat veren kalem sahibimi yoksa tutkulu olan ?
Notaları seslendiren mi tutkulu ?

Yoksa hikayesimi tutku ?

Kimin ne ile evliliği tutku ise  ...


Elinden tuttuğu notalarmı yoksa kahramanın kendisi mi ?
Hikayeyi bize yeniden yaşatacak kadar gaddar ya da merhametlimi ?
Gözlerimdne yaşı, kalbimden neşeyi diriltecek olan kim ?


Feda da bulunacak olan benim tutkulu olacak olan kim ?

Kim ?

DUYURU

Bundan böyle bazı eski yazılarımı  ve bazı yayınlamadıklarımı  akşamları buradan canlı olarak okuyacağım bir haftalık program üzerine çalışıyorum.

Belkide okumak onları çok daha etkili kılacaktır ....

7 Aralık 2010 Salı

İş başında 32

Sunular kurbanısın sen.
Hicivlerin öfkesi, sandığımın boş sesi.
Var ettiğim herşeyin yok olduğu bir kentsin sen.

Sessizliğinde boğulan
boğulurkende hırıltı ve gürültüler çıkartan, anlamsızca.
O kadar alışılmış ölümlere , dönüp bakılmıyor bile.


İçindeyiz diye bahsettiğimizi düşündük mü hiç?
Hayal mi veya hayat fark ettik mi küçük bir ses oyunu olduğunu ?

Lakin şimdi sessizliğini defalarca bölen
ama şimdi susan bir ülkesin.
Eskisi gibi değil hiç birşey.


Sabah kalkışım ile baş kaldırı mı engellerin sahiplerine ?
Yoksa bir tür kölelik mi , kabullenip te yaptığım?

Suyumu içişim özgürce, yoksa kölece ne fark ederki ne sandığım ?
Merakım, isteğim mi yoksa körüklenen ihtiyacım mı kandırdığım ?

Kendimi ne sandığım ?
Kimlere denk olduğum?

Kimlerin bana denk olduğuna aldanması.
Yoksa hepsi mi bir kumpanyanın harikası ?

Hayat ya da hayal..

Sen ne renksin?
Ne renk olmk istiyorsun ?

Değişken

Sürekli değişkenlik gösteren bireyler olmaya birbirimizi itiyoruz.
Kendimizi beğendirmek ve dışlanmamak adına ya kendimizi saklıyoruz ya da farklı gösteriyoruz olduğumuzdan.

Bu o kadar işlemişki topluma , önüne geçecek birşey yok.

Yalanları yaşamaya başlamışız hir farkında olmadan ya da
umursamadan.

Beklentilerimizi bir kenara bırakmaktan bahsetmiyorum lakin bu rekabet ortamında birbirimizi doğru tanıyormuyuz  onu merak ediyorum.

Yapılanlar ile söylenenler tutmuyor, bunları bile dert etmiyoruz.


Tek bildiğim şey var o da bünyemin bunu kabul edemediği..

1 Aralık 2010 Çarşamba

İş başında 31

Havanın ciğerlerine doluşu gibiydi herhalde yaşamak.
Nefes almaktan vazgeçmek ama dayanamayıp son anda tüm dünyayı içine çekmeyi dilemek gibi birşey olsa gerek.

Hedefine yol alan ne olur ise olsun vazgeçmemeli diye düşünmek ne kadar doğruydu ?

Yaşamaktan vaz geçilir miydi ?


Yaşadım mı ki düşünüyorum ?

Bu bir soru muydu , yoksa bir yakarış mı ?

Hayatların içinde yaşam varmıydı ?
Her nefes alanın içinde aynı umutlar mı filizleniyordu ?
Ne kadar daha devam edebilecekti ?

Yatma zamanının müjde, uyumanın kurtuluş, uyanmanın azap olduğu bir süreçde yaşamak ne olabilirdi ?
Yemek yemenin bayram, acısız bir uyanışın ise şükür olduğu bir süeç.

Elde olanın değilde ulaşılamayanın arzulandığı bir düzen içerisinde ne olabilirdi hayallerin sınırı ?
Ne istenebilirdi ki erişilemeyecek ?

Hiç fark ettik mi hayatlarımızın başkalarının  hayalleri olduğunu ?


Kendi adıma istediğim gibi bir hayatım yok diyorum.

Anlamı bile yumuşatıyorum.
Sanki yaşamak nefes almak ama hayat ise onun üzerinde bir sosyal olgu.

Yaşıyorum ama hayatım istediğim gibi değil.

Kimin ki öyle ki?

Ne yapmalıyım ?

Sıkışmış ve çaresizlik dolu bu hissime rağmen durumum ile  başa çıkamıyorsam, uyku bir kurtuluş, yemek bir bayram değilse benim için,  yaşamıyormuyum yoksa ?

Var olurken nelere mal olduğumu farkında değilim henüz.
Farkındayım diyen herkes yalan söylüyordur.


Tabi bir kap yemek onun için bayram , uyku bir kurtuluş, uyanmak ise bir azap değilse..




Utanıyorum



Kendime acımaya utanıyorum.

Uzun zaman

İçinde biriktirmek ne kadar doğru ise o kadar mantıklı bir iş yaptım.
Belki haftalar sürdü ama tek bir satır yazmadım.

Yazmaya değer birşey olmadığından değilde sanki birazda sürüklenmek istediğim içindi.


Doğruyu söyleyeyim mi?

Kendimi kaybettim.


Hoş değildi olanlar.
Biraz unutmak, birazda çaresizliğe teslim olmayı denedim.

Şimdi ise  içimde isyanlar var.

10 Ekim 2010 Pazar

Pandoranın kutusu

Tutarsızlıklara karşı takıntılı.
Neden - sonuç ilişkisini irdelemeye bu kadar saplantılı olması onu ayrıntılarında boğulabileceği yeni bir düzleme ulaştırıyordu.
Normal koşullarda herhangi bir şekilde dalındığında boğulunmasına neden olacak olan bu derinlik onu dostça sarmalıyor ve doğasıın bir parçası olarak onu besliyordu.

Ele aldığı sıradan gözüken bu detayları, üzerinde mesai harcadıkça daha da belirginleştiren egosu zaman içerisinde her birini baskın kriterler haline getiriyor, onları ele aldığı konunun can alıcı noktaları kılıyordu.

Sistemi devreye alması ve harekete geçmesi ile egosunun yanında onu da dizginlemesi arasında çok ince ama bir o kadar da belirgin ayrım vardı.

Bu öyle bir  hal almıştıki , artık şeytanını serbest bırakmak ya da benliği altında ezilirken acı içinde tutmak arasındaki seçimi rahatlıkla yapabilir duruma gelmişti.

Acıma duygusunu ezip geçen bu ruhsall halini hak etmeleri için zavallılar ne yapmış olabilirlerdi ki ?

Kendilerini bilmeyip budalalık yapmaları yeterli oluyordu.



Kişi konuşurken ve davranışlarını sergilerken dikkatsizdi.
İnsanın genel yapısı bu şekilde ve disiplinden yoksundu.

Kendiside bu disiplini sonraları kazanmış ama sürekli faal olarak kullanmaktan çok egosal savunma sistemi ile birleştirip tehlikeli bir saldırı mekanizması haline getirmişti.

Günlük yaşamındaki faal hali ile bire bir müdahelelere maruz kaldığı durumlardaki tutumu arasında oluşan bu fark, uygulamadaki hali ile karşısındaki kişilerde bir tür ani darbe sersemliği yaratıp ,onların en ilkel savunma mekanizmalarını harekete geçirecekken aynı anda onlarda çıplak kalmanın inanılmaz korkusu ve aniden yükselen baskınlığın karşısında geçici bir inme hali ile  mantklı ve kabul edilebilir tüm davranışlardan yoksun kılan bir çaresizlik uyandırmaktaydı.

Benlik üzerindeki yıkımı ölçüsüz ve korkunçtu.


Beyindeki bu saldırı aslında onun şevkatini ve merhametini gösteren yegane nişan iken ne yazık ki bazı durumlarda yeterli olmuyor ve kurbanının aklına ektiği korku ve ezilmişlik tohumlarını bir bir yeşertip, onları bir sanatçı edası ile örüyor, fiziksel hayata dokunan kısımlarını gerçekleşmeleri için aklındaki keskinlik, ruhundaki karanlık ve bedenindeki güç ile besliyordu.


Sonuç mutlak ve tartışılmazdı.
İstenen yıkım sağlanmış, tehdit bertaraf edilmişti.


Aslında kimsenin açmayı istemeyeceği ama budalalıkla yine de açacağı bir kutu gibi.

Pandoranın kutusu gibi...

8 Ekim 2010 Cuma

Seçim

Yağmurun yapraklardan kayışını izliyordu.
Kurşuni göğün delinmesi..

Delinmesi...


Sular dikey duran her şeyin üzerinden akıyordu aşağı yavaşça.
Biriken her damla sanki yeniden güç birliği etmek istercesine hareket ediyor
oluk oluk akıyordu en yakın meyile.

Oluk oluk...


Yağmurun yüzeyde bıraktığı küçük izlerin kulaklarımdaki sesi
sanki fısıldıyorlar, yalvarıp ağlaşıyorlar hatta kavuşuyorlar bekledikleri ile

Fısıltı..


Müziğin sesini kısık tutuyorum.
Kemanın acıklı sesi yalvarıyor sanki

Sanki..


Bıçağım dan süzülen damlalar yavaş yavaş akıyordu bedeninden açılan delikten
Oluk oluk boşalmaya başladı kendini bırakması ile tatlı sıcak kanı
Ağırlığını bedenime vermesi ve umutsuz dokunuşlara eşlik eden nefesi fısıltı ile veda ederken git gide küçülen bedeni yere kavuştukça, sözleri veda dan yalvarmaya dönüşerek
son bir çaba ile tutunmak istedi hayata

Sanki..

Vazgeçmek ve başa dönmek ister gibi.

Ölümün bir çare olmadığını anlayana kadar fikri bile cazip gelmişti.
Belkide kavuşamamanın yaşayamamak dan daha ağır olduğunu düşünmüştü.
Düşünen o, uygulayan bendim.

Giden o , kalan benim.

Temizlendi artık hatıralarım. Yaşamımda izi bile kalmayacak.
Bedeninin gözden uzakta çürümesi uzun sürse de bitecek bir gün
ve hiç var olmamışcasına devam edeceğim hayatıma.


Giderken bunu düşünmemişti.
Ardında bırakırken ne olacağını hiç düşünmemişti.


Ben kalıyorum.....



* Tamamı ile kurgudur

6 Ekim 2010 Çarşamba

2001 Nisan 12 ....

Aşağıdaki yazıyı yazarken hayal gücümü cidden hafife almışım.
Şimdi o halime yeniden imrenmeye başladım...
2001 yılı nisan ayı 12...



Bakalım ne tür yeni cümlelere gebeyim ?




İlk sabah

Kutusu boş artık. Yerinden uzağa atılmış mektuplarım.
Aldığın kazak kaloriferin üzerinde ,yeni yıkadım onuda, yüzümüde.
Uykumdan uyandım günaydını unutup. Tercih sebebi ya sanki
hep bir bardak suymuş gibi düşünmüştüm berrak ve hayatiydin.
belki düşünmemiştim yokluğunu ama böyleside fazla
Kapıdan çıkmadan değişmiyor hayatın.
Kapıcı ile tartışmak ,komşu aarbayı çizmekde kesmiyor.
Çocukların üzerine sürüyorum bazen ,zaman tutuyorum ne kadarda duracağım diye. Tutuğum zamanı bırakıp başka zaman alıyorum .
Hayatlardan çalıyorm hıyar gibi hayatlara ya tuz olursun yada yoğur ve sarımsak .Oda olmadımı hayatı kıçına sokarsın ya işye onları çalıyorum.
Nasılsa kimse farketmiyor .

Terminolojik açıdan kayıp bir mühürdü suskunluk
Kedimi bile tekmeledim geceyarısı, suskun değildi çünkü.
Bak yine geliyor Geç gelişleri seni hatırlatıyor.
Sende benden sonra gelirdin geldiğindeki ifadeyi unutmam
bazen o mu diye gözdenbakıyorum ,oda bana bakıyor.
O gülüyor bense sırıtıyorum. Oda senin gibimi ?
Bazen önden gidiyor merdivende  sallanan ucuz ampul eteklerinin altını gizemlendiriyor. Onları seyrediyorum senin katına kadar çıkıyoruz.
Yazık sana hala gelen yok Hem sen herkezden sonra gelirsin.
Bu gün sana aldığım montu giydim. Uymadı kolları bende kestim.
Gelen yok 97 gün oldu ben hala bacaklarını okşuyorum
ama aklımda o var . Şimdi geçti katımdan. Karar verdim seni atmam gerek
Ama bu gece olmaz bu gece sonkez eyleneceğim seninle 

Yarın Görürsün sen

İkinci sabah

Dün gece çok yoruldum. Benimle böyle sevişmedin hiç.Kıskandın değilmi? Neyse bu sonucu değiştirmeyecek. Seni bu gün atmak zorundayım. Evet doğru çok güzel seviştik ama sen beni terk ettin bu sebeple seninle aşk yaşamam doğru olmaz ,neyse ben çöp torbası bulayım.
Kedi dün geceden kalanları yemeğe başladı. Bu hoşuma gitmiyor...
Aynada kendimi görmek istiyorum çekilirmisin !
Traşımın bile içine ettin.  Komşular benden şikayetçi oldular. İmajı düzeltmek lazım. Evet konu sensin ama ne yazık ki eskisi gibi  çığlıkların değil. sus şimdi daha giyineceğim...
Kravatım nerede? erghhh yeter be kedi defol !!
Offf bak kravatı leke içinde bıraktın beğendin mi? neyse zaten seni sevmemeye başlamıştım.  Listemizi yapalım oda kokusu alınanacak, Eldiven  çöp torbası, ekmek tahtası mmm brandamı alsam ? neyse şimdilik bukadarı yeterli erken çıkmak iyidir Kahvaltı yapmayacağım bu sabah kahvaltı yapmak istemiyor canım. Bu arada hazırlan akşama burdan ayrılıyorsun...

Bu çocukları anlayamıyorum. Birbirleri ile kavga ederken  o kadarda ağlamazlardı. Neyse artık konuşmazlar herhalde hehehe....

Bana öyle soğuk soğuk bakma Gitmeni istiyorum ve gideceksin.
Şimdi al kedinide nede olsa seninle daha çok ilgilenmişti.
Karnını sen doyuruyordun şimdi seninle beraber.
Heyyy sus dedim!! Sus bir dakika.
Bak yine o geçiyor. Mmmm bugün yine aynı gömleği giymiş.
Okulda bu kadar sıkımı kurallar.Ahhh  yine kısa.
Olmaz böyle bak paspası düzeltme bahanesi ile kilodunu gösteriyor bana .
offfff  az kaldı sen benim olacaksın .

Hayır!!! karışma sen karışmanı  istemiyorum.
Artık sana dokunmak haz vermiyor. Zaten iyice katılaştın , sen eski sen değilsin. Senden bıktım uğraşma benimle.
Vıdı vıdı etme gerekirse senden kurtulmak için ellerimle gömeceğim.
Sus ve kaderine razı ol....

Lanet tam seni atıyordum , sartmıydı doğum olması şimdi sana bir gece daha katlanmak zorundayım. çarşafları yeni değiştirdim artık olmaz yatakta istemiyorum. Senin için en iyisi balkon. Yarın sabaha görüşürüz. Lanet olasıca.








* Tamamen kurgudur.

4 Ekim 2010 Pazartesi

İş başında 30

Bazen egomu tatamin etmek çok vaktimi alıyor.
Küçük beyinli, küçük düşünceli, küçük insanların neler düşündüğünü
ya da neler dediğini fazla düşünmemek gerekiyor aslında.

Yine de yapamıyorum. Mütevazi başadığım dialoglarda karşımdaki tarafından
küçümsenmek beni önce çılgına çeviriyor sonra da gösterdiğim saygıdan dolay hakaret gibi geliyor.

O noktadan sonra baraj kapaklarını açmak şöyle dursun, sadece elim ile hafifiçe dalgalar yaratmam
bile yetiyor karşımdaki güç abidesini yıkmaya.


Peki değer mi ?


Tam bunları yapacakken değmediğini hatıradığım ve durduğum gün sanırım daha mutlu olacağım.

28 Eylül 2010 Salı

Anka

Sundu suyunu, hayatının özünü, hoyrat ellerine, duruşuna bakmadan, korkmadan.
Öldü tekrar tekrar, düşmedi, yıkılmadı, yılmadı tekrar ve tekrar öldü hiç bıkmadan.
Yeniden doğdu, büyüdü, uzunca yollar yürüdü,  yine karşısına geldi. 
Sonra sundu suyunu , hayatının özünü, tekrar ve tekrar, hiç usanmadan. 


Ankayı hep efsanelerde duyardık, nerede olduğunu düşünmezdik bile. 
Peki kafesi göğüsümüz ise, sizce kendisi nerededir ?

27 Eylül 2010 Pazartesi

İş başında 29

İnsan dediğimiz bu 46 kromozomlu yaratığın neler yapabileceğini biliyormusunuz ?
Ben biliyorum ve bildiğim kadarı beni iğrendiriyor.



Aklını egosal tatminler ve basit hazlar ile bozmuş bir toplumdan düzgün bir birey
çıkmasını beklemek nasıl bir hata ise aynı şekilde insanların değişeceğini düşünmek de
bir hata gibi gözüküyor.

Sanki bir gün değişebilir olmanın kapısını kapatmamak için hikayeleri dillerde dolaştırmak
bir şekilde düşüncesini bile canlı tutmak.

Aşk içinde, sevgi içinde aynı...

Aslında tüm güzel duygular için aynı.


Güzeller mi gerçekten ?

Bilmiyorum öyle söyleniyor.

19 Eylül 2010 Pazar

İş başında 28

Eldeki kaynakları kullanmak oldukça mantıklı bir yöntemdir.
Elde olmayan kaynakları hedeflemek ise ileri görüştür.

Şimdi elimdekileri ilerleme yönünde kullanmak ve ilerledikten
sonrada hedeflediklerimi ele geçirmek, çokta uzak yada hayal
gücü gibi gözükmüyor.

Yapmak istediklerimi düşününce ...


Gerçekten çok üzülüyorum.

16 Eylül 2010 Perşembe

İş başında 27

İnsan oğlunun zayıflıklarını bilmek , kendini bilmek, başarının kapılarını açar mı ?
Elindekinin ömrünü bilmek, onu faydalı kılar mı ?

İkarus güneşe yaklaştığı için mutlu, ama erişemediği için üzgündü.
Peki hiç ulaşamayacağını bilseydi yaklaştığı için sevinmesi ona yetermiydi ?

İkarus için bilemiyorum.
Şahsım adına kısa vadeli , dayanıksız ürünler ile uzun yollar kat edemeyeceğimi
anlayalı bayağı zaman oluyor.

Elimdeki malzemeyi gösterebileceği maksimum performansda
dayanabileceği süre içerisinde kullanmaya alıştım.

Artık yılların deneyimi ya da öngörü dersiniz bilmiyorum.

Tek bildiğim dibine kadar kullandığınız herşeyi geri dönüşüme daima kazandırmanız gerektiği.

İş başında 26

Ellerimden , avuçlarımın içinden kayıyor
parmak uçlarımda küçük billur taneleri gibi birikiyorlar.
Aldıkları onca yoldan sonra hala devam edip, varmaya toprağa
haberlerini iletip üzüntülerimin, çığlıklarımı, yakarışlarımı taşımaya. 

Hiç olmasın istediklerimin olduğunu, beklemediklerimi karşıladığımı
Taşıyamadıklarımı yüklendiklerimi bilen.
Her daim yanımda olmasını istediğim ama olduramadığım inci tanalerim onlar.

Herşeyime şahitler gözlerimdeyken.
Çirkin sözleri işittiğimde buruşan yüzüm
gördüğüm ama görmek istemediklerim
Duyduklarım karşısındaki acım.
Hepsine ama hepsine şahit olan göz yaşlarım.
Zor zaman dostlarım.

Yalnızlığımda tenimi okşayan yegane şey.
Üzüntümde yanımda olan 
Çaresizliğimde beni avutup
içkime meze, görüşüme hayal katan küçük taneler.

Yazık ki sizlerde sadece darbe yediğimde oluk oluksunuz bedenimde

İşte gözlerimden başlayıp toprakta son bulan serüvenleri ile küçük şahitleirmin hayatı.


Ve benim için anlamı.




*Sadece hayal ürünüdür.

İş başında 25

Fazlası ile idealist yetiştirildim. Yaptıklarıma bakınca her insanın geçmesi gereken süreçlerden geçtiğimi farkındayım. Karşılaştığım zorluklar, yaşadığım eziyetler hemen hepsi beni kendi seçimlerim doğrultusunda ileri doğru itti. Arzuladığım sonuc avarmak için belki çok doğru yöntemler kullanmadım , yazık ki banada yol gösteren olmamıştı. İç güdüleri dinleyen bir canlı olarak yinede en az hasarı vererek dünyaya, varlığımı korudum. Şimdi geriye takrar bakıyorum ve gördüklerim hoşuma gitmiyor. İnsan olarak geçirdiğim ve geçirmem gereken evrelerden bu bilincim ile utanıyorum. Zayıflığımın belirtisi olarak görmek çok katı olmakla beraber, daha iyisini yapabilmeyi isterdim.

Nasıl bir anne baba ile büyümüşüm ki beni idealler uğruna yaşayan bir birey olarak yetiştirmişler? İçimdeki maya ne güzelmiş ki kendimi zararsız, hatta faydalı, bir o kadar da doğru hissediyorum ?

Bu akıl, bu vücut, bu kapasite bana verildiğine göre benimd eonu kullanmam gerekiyor.
En doğrusu için...

En doğru benim için daima öğrenerek ve düzelterek ilerlemek, mükemmele özlem duymak, hatasız olmaya çabalamak, bilgiye açlık duymak

ama en önemlisi olduğum gibi görünüp, göründüğüm gibi olmak.


Varsın el alem ne düşünsün.
Ben ölürken vicdanım rahat, kalbim huzurlu ve dolu dolu öleceğim.

15 Eylül 2010 Çarşamba

İş başında 24

Yaptığım hataları yapmamalıydım. Kendi düsturumdan uzakta olmak ile aynı şey bu.Mantıklı düşünmeye çalışıyorum. Hayatta olan biten herşeyin bir sebebi var ise mantık bu sebepleri ortaya koymak için yeterli diye düşünüyordum.

Bazı gerçekleri kabul etmediğimi fark ettim. Şimdiye kadar kendimi tanıdığımı düşünüyordum ama tanımıyormuşum. Kendimi tanısaydım eğer gerek eğitim , gerekse yapı olarak diğer insnalardan farklı olduğumu anlardım. Bende bazı korkular olamadığından ötürü ikili ilişkileri yürütemiyorum. Arkadaşlıklarım bile beni tanıdıkça hayret eden insanlardan oluşuyor.

Hep birinin, herhangi bir insanın bana saydığı nitelikleri bünyemde barındırmanın ne kadar iyi olduğunu düşünerek yaşadım. Şimdi anlıyorum ki başkalarının sana güvenmeleri ve senin yanında kendilerini rahat hissedebilmeleri için seninde zayıflıkların olmalı imiş.

Kimse kimseyi can kulağı ile dinlemiyor. Benim dinlememin de bir anlamı yok.

Kimse kimseyi gerçekten sevmiyor. Benime sevmemin de gereği yok.

Kimse kimseye güvenmiyor. Benim kimseye güvenmeme de  gerek yok.


Ama ben kimse olmak istemiyorum.....

11 Eylül 2010 Cumartesi

İş başında 23

Oto-denetim hakkında yazması gereken son kişi ben olsam bile
Kuramsal olup olmadığını bilemdiğim yaklaşımım ile yine de yazmak istiyorum.

Kişi kendini analiz etmeli. Burada analiz olarak kastettiğimiz şey aslında
kalibrasyon ile farkları ölçümlemek ama henüz düzeltme yapmamak.

Normal olarak adlandırılan, rastlanılası yüksek olan ihtimal aralığı gözlemcinin
yüklemleri ile değerlendirilir.
Buna göre normal, gözlemcinin gerek kendisini durumdan soyutlayarak, gerek
ele aldığı örneğin kontrol grubuna bağlı olarak değişebilir.

Gözlemcinin insan olması gözlem sonucunu yanlı kılarken, kişinin kendisini
soyutlamaya çalışması çaba olarak biçaredir.

Bu durum gözlemlenenin insan olduğu psikoloji, antropoloji, sosyoloji gibi bilim
dalları için ne kadar göz ardı edilse de halen bir sorundur.

Diğer yandan test grubu ve kontrol grubu olarak ele aldığımız modeller ne kadar
doğruyu yansıtmaktadır ?


Psikolojinin sadece insana mahsus bir olgu olmadığını anlayalı belki yarım yüzyıldan
az oldu ama yinede aradaki sınırları düşününce psiko kimyasal varlıklar olduğumuzu
unuttuğumuzu düşündüren çok fazla yaklaşım var.

Kişi gözlemleri sonucu kendi farkını diğerlerinden ayrı bir şekilde ortaya koyarken
düşünmesi gerekn şey nereye varmak istediği olmalı.
Toplum dediğimiz beraber yaşatı ortamı ne yazık ki çıkar ilişkileri üzerine kurulu
olduğundan ötürü, hedef toplumla uyum içerisinde olmak mı , yoksa toplum içerisinde
arzu ettiğimiz noktaya varmak üzere kendi yolculuğumuzu çizmek mi pek belirgin değil.

Bunun bir sebebi de,  bu noktadan bakıldığında kendi çizdiğimiz yolu takip edecek
olsak bile topluma uyumlu gözüküp dikkat çekmeden ilerlemeyi tercih etmek.

Bu içsel bir zayıflıktan mı kaynaklanıyor , yoksa bir tür kaypaklıktan mı ?


Belkide daha fazla sebepden ötürü gerçekleşiyor olabilir.

Her ne olursa olsun  önce hayvan ile olan bağımız ve benzerliklerimi öne çıkartılmalı
ardından bütün bunların bünyemizde var oluşunun reddi derecesinde kendimizi farklılaştırıp
mükemmele doğru gitmeliyiz.

Konu o kadar derin ki anlattıkça anlatılacak , hatta tartışılıp konuşulacak çok husus var.


Ben özet geçeyim.

Dürtü ya da duygularınız ile hareket etmeden önce , amacınızın ne olduğunu ve ne sonuçlar
getireceğine yönelik daima bir mantık süzgeçi kullanın.

Sonra istemediğiniz sonuçlar ile karşılaşabilirsiniz.


Nede olsa insan oğlu kaypak, yalancı, çıkarcı ve bencil...


Kendimden bile tiksiniyorum desem fikri anlamış olurmusunuz ?

10 Eylül 2010 Cuma

İş başında 22

Kırık saplı bir çekik ile çivi çakmaya çalışmak için o çekice muhtaç olmanız gerekiyordur.

Muhtaç olmayı kabul etmek ne kadar doğru ?

Çekicin kırılacağını bile bile işi yapmaya devam mı edersiniz yoksa "kırılacak olan kırılmalı" deyip bölüp kenara koyarmısınız ?

Konu insan olunca belki düzelir diye bir ümit besliyorsunuz içinizde.
Olup bitenlerin değişmesini istemek ve güzele olan bir beklenti aslında değişmesini beklemek.

Bu yaşıma kadar kimsenin değiştiğini görmedim, travmalar haricinde.


Ben değişmediğimden ise eminim.


Nasıl mı ?

Beni sevenler hala aynı şekilde severken, nefret edenler hala aynı şekilde nefret ettikleri için...

İş başında 21


Değişen yok yaşamımda ...

Senelerin geçmesi ile birlikte bende değişenleri fark etmek zor oldu.
Kendime alıştığım için değil, değişenlerin azlığından ötürü fark edişimin zorluğu.

Hayatımın gidişatında değişen olmadı. Halen ne canlıyım ne de ölü.
Var oluşum birilerini ayakta tutuyor ama canlı olmam ise bir çoğu için tehlikeli oluyor.
İşte bu sebep ile yarı canlı yarı ölü devam ediyorum hayata .

Ne aşklarımda ne de arkadaşlıklarımda değişen olmadı bunca sene içinde. 
Halen aynı sorunları yaşıyor, aynı arkadaşlıkları tadıyorum.
Arkadaşlıklarımdan da memnunum gerçi.

Bütün bu olan bitende karakter olarak değişmediğimi gösteriyor ki bir kaya kadar
sabit ve değişmez yapıda olmam kendime güvenimi arttırırken , düşmanım dostum
benim asla değişmeyecek kadar sağlam ve güvenilir olduğumu görsün.

Birde herşeyin bir tekrar olduğunu anladığımdan beri daha sabırlı ve kabullenir haldeyim.
Birşeyin bana batacağını bildiğim halde engel olmuyorum batmasına.
Acısında ağlamıyor, zorluğunda vazgeçmiyorum ilerlemekten.

Artık o kadar çok delik var ki bir eksik bir fazla fark etmiyor.
Ne olursa olsun, ne kadar delinirse delinsin asla parçalanmayacak kadar sağlam 
olduğumu biliyorum ya; aslında ne kadar katılaştığımı ve güçlendiğimi biliyorum ya
İşte bu yüzden devam durmaksızın.

Sürekli aynı şeylerin olması beni bağışıklandırdı.
Zehirlese de öldürmüyor, hatta daha güçlü kılıyor.


Bir süre sonra kalben bu kadar güçlü olmayı ne yazık ki beynim kaldıramayacak
vücuduma kapatma sinyali gönderecek.


Az kaldı , biraz daha uğraşın...
Beni yenemeyecek ya da değiştiremeyeceksiniz ama

Belki benden kurtulabilirsiniz...

31 Ağustos 2010 Salı

İş başında 20

Yapılması gerekenlere elim gitmiyor.
İçinde bulunduğum duruma isyan ediyorum.
Kendimi farkındayım, eriyorum.
Titreyen kollarım ya da dizlerim değil,  içim.
Kaybettiğim ise kendim değilim sadece
ruhum , aklım, vicdanım hepsi akıyor ardı ardına açılan deliklerden.

Bir safra mıyım bedenim için ?
Yoksa külfet mi  ruhumu bağlayan bedeni ayakta tutmak ?

Hangisi diğeri için daha hayırlı ?
Hangi ölüm daha iyi ?

Kalben mi ?

Aklen mi?

Bedenen mi?

18 Ağustos 2010 Çarşamba

İş başında 19

Boş yaşadığımızın farkındamıyız ?


Önem verdiğimiz şeyler gerçekten ne kadar değere sahip?

Bu durumda değer nedir ?



Kısa vadeli düşüncelerin, aceleci sonuçlarının , ömürsüz isteklerini tatmin etmek peşinde koşuyoruz.
Sonrasında bu solmaya mahkum doyumların, ivedi çıkarımlarının telaşlı düşünceleri ne yazık ki benliğimizi doldurmaya yetmiyor.

Önceleri şişiriyoruz onları. Sonra bu kof görüntüye güvenip, yenilikleri üzerine bina ediyoruz.
Sonrasında durumumuz malum olsa bile hissedilen meçhuliyet den ibaret.

Şöyle bir bakıyorum geçmişime, incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler yapmışım , hem de gözümde dağlar kadar gözüküp, dünyaları yıkmama neden olmuş olarak. Ne benliğimi anlamışım, ne de benliklerini hayatımdaki insanların.  Fazla düşünmeden üzerinde sadece yaşamışım, bir yenisinde değişmek üzere.
Hep ertelemişim, hiç sonu gelmeyecek bir geleceğe kendimi. Önümdekini kendi usullerim ile yenip , sahip olmam gerekenleri düşünmekten, anlamamışım doğasını yaşamanın, bilememişim ben demek ne demek.
Ben olmayı bilmeyen sen olmayı bilemez ki. Kendini bilmeyen seni nasıl tahmin eder ki ?

Genelde hep karşındakini düşünmek gerektiği söylenirken itiraz ederim buna , gerçek böyle değil.
Kendi içimizdeki boşluğa dolmadan, içimizi nelere açacağımızı bilmeden, aynada baktığına selam vermekten vaz geçmeden seni anlamak mümkün değil.


Dışarısı senler ile kaynıyor.

Sırada daha onlar var.



Anladıklarımın içerisinde bir tek kendim yokum.....

6 Temmuz 2010 Salı

İş başında 18



Çare ya da çaresizlik gibi kavramların aslında sürüklenmekte olan bir hayatın içerisinde kendini var etme çabasında zavallılığı örtmek için icat edildiğini düşünmeye başlamıştı.

Ne olursa olsun her organizma var olmak ile yükümlü idi

ve beslenmek

ve üremek

ve kendini savunmak


Var olmak bu demek idi.


Peki insanın var oluşu nedne bu kadar karmaşıklaşmış idi ?


Bireyden gelen varlığımızın algısını bütüne doğru çevirmek için mi idi bunca safsata ?


Sanırım Bireyselliğimiz kendi yanılgımız.

Diğer yandan ise gerçek gelişimi ve evrimi tamamlamak için bunca geniş alanda bireysel başarıları elde etmemizin bir sebebi olması gerekiyordu.


Sanırım insanın bireysel girişimlerinin sonucunu kümülatife çevirmesi gerekmekte ve bunu en doğru şekild eyapmayı öğrenmesi gerekmektedir.

Diğer açıdan bakar isek kendi varlığımızın tehditi yine kendimiz olmuş, alansal paylaşım ile geniş edinimleme sistemini yanlış anlayıp, kullanıp bencillik sınırlarına çekerek kendi kendimiz için bir tehditi körükleyen bir unsur haline getirmiştik.


Ne olacaktı böyle ?



Sanırım özet ile iyilerin kötülere üstün gelmesi gerekecek..


Peki bildiğimiz anlamda bu ne kadar olanaklı ?




İşte bunu tartışmak nerede sonsu zkadar uzun ama tam aksi şeklindede kısa bir çaba.



Kısaca herşey bizim elimizde...


23 Haziran 2010 Çarşamba





Gecesinde uyandığım bir gün doğumundayım yine.
Olmak istediğim için aşık , uzanmak isteğim için yorgundum tüm gece.
Ellerimizden sihir çıksın dudaklarımızdan lal dökülsün diye
Gözler gözleri aradı, suskunluk arttı örtülüce
güneş önce doğdu sonra battı yüzlerimizde 
arasında ise dizeledik birbirimize isteklerimizi


Koştuk mu bilemedim , yoruldum
nefes alsaydım eğer daha uzun olurdu sanki
Önceden var gibiydi, ben böyleydim gibiydi.
şimdi yokum , yoksulum, eksik ve parçalanmışım


Dişler çiğniyor yüreğimi.
Kabullenmek anlamsız yabancılaşmış benliğimi
ben bile beni tanıyamamışken geride hatıra mı kaldı sanki ?


Bu kadar mı yakışırdın varoluşuma ?

Bilemedim , göremedim bittiğimizi
varamadım gittiğimize , geride kaldım
bu veda mıdır, istemedim ben böyle
Ne fikrim de,ne de  elim de yoktu böylesi.

istemedim, hayır böylesini istemedim.



Gecesine uyandığım bir gündeyim şimdi
adı gün ama havası karanlık
Bu diyarlarda kuşlar ötmüyor artık
Bekliyor herşey ilerlemek için yaşlı adamı
Yetişemiyorum, yorgunum.

Zaten neye yetişebildim ki ?


Bırakıyorum  artık.



Hoşçakal




İş başında 17

Yaşadıkça öğrendiği şeyler aslında bilmesi gereken şeyler değildi.

Gerçek böylemiydi ? Elbette hayır.

Şimdiye kadar red ettiği basitlik  yalınlık ya da sadelik anlamında değil,  avam birşekilde kullanılan seviyesizlik kavramıydı.

Kendisi seviyesiz olmamışmıydı ?
Red etmesi imkansız ki olmuştu. bilmediğinden , öğrenmediğinden ötürü olmuştu.
Zaten tüm o anlayışlı halini, merhametini ve umudunuda bu yüzden taşıyordu.

Ağır bir yüke dönüşmüştü bu duyguları ve hali.
Sanki karaciğerini sürükleyerek taşır gibi ileri gitmeye çalıştığı her anda geriye doğru  yavaşlatılıyordu onu.
Bazen düşünüyor ve anlam verememeyi tercihe diyordu.
Olan biten içerisinde hiçbirşeyi değiştiremeyecek kadar güçsüz ise bu düzlem onun varlığına neden ihtiyaç duyordu ?

Var oluşu bir tür rastlantısallıktan öteye gitmese bile aynı rastlantısallık onu gerekli kılmıyor muydu ?

Kendi için gereklilik , kendi kendini var etme ihtiyacını da veriyor, onu diğer var oluşlar arasında fark edilmeye zorluyordu.

Bu kısıtlı kaynakların sebebi ile miydi  yoksa kendi içimizde bir tür tanrıcılık oynamaya mı ihtiyacımız vardı ?


Küçük tanrılar....


Çevremizde yok mu ?
Her biri kendi dünyasının yaratıcısı olmakla kalmayıp bunun sahiplenilmesini  bırakın gezegenler arasını, evrenler arası savaşa ve sömürgeye dönüştüren o küçük tanrılar...

Gücü yeten yetene , acımasız bir savaş.
Göz yaşının ve umutların beraber süzüldüğü yüzlerinde aslında birer parçası olduğu , kurban oldukları kadar suçlusu da oldukları bir çılgınlık olan biten aslında.


Hepsi özünde  kendi kendilerine sergiledikleri oyunun bir sahnesi.
Yazık ki hepsinin de derdi sahnede en uzun soluklu ve en etkiliyi oynamak.


Peki bunun için öldürdükleri, derin gerçekte birbirilerininde seyircileri değil mi ?


Yalnızlığı vurgulamak bir tarafa , katmerlendirmek için bile daha iyisi yapılamazdı.
Herşeyi için birbirlerine mecbur iken , yapılan yine birbirlerine karşı.

Bu çıkmaza gelişimlerinin hangi döneminde girdiklerini bilememekle beraber, sanırım şimdiye kadar hiç kimseninde araştırmadığı bir derinlikte yatan gerçekler, aslında tek kurtuluşuda bünyesinde saklıyor.

Bu durumda ne denebilir ki ?

Yazık geri gidilemeyecek kadar ilerideyiz yanılgısı içerisinde olanlara.

Yazık ellerini açıp avuçlarındakinin dökülmesine izin vermeyenlere.

Yazık kendilerini kendi elelri ile hapsedenlere.

Yazık sizler yüzünden çürüyenlere.


Hepsine yazık.

Hepimize yazık.

8 Haziran 2010 Salı

İş Başında 16

Projesini kaybetmiş ve yeni bir projede yer edinememişti.
Vaktini evinde geçiriyor, kendine acıma noktasına geldiği için bir diğer yandan da kendini dizginlemeye çalışıyordu.

Var olan tüm düzeni bozulmuş, isteksiz bir hale gelmişti.
Ruh hali manic ile depresif arasında gidip geliyor, depresif'e yaklaştıkça çizgiyi doğrultmak adına manic'e doğru daha da şiddetle yöneliyordu.
Eğleniyor muydu yoksa eğlendiğini düşünmek isteyip durumun stresinden mi kaçıyordu ?

Bu aralar durumundan neden bu kadar çok etkilendiğini düşünmeye fırsat bulmuş ve bir kaç yeni sebebi idrak etmişti.

Uzun yıllar kendi kararlarını verememe ve başka hayatlara kendi haklarından vazgeçmek zorunda kalırcasına bağlı olmak onu bir şekilde güven duygusu hissetmeye ve kendini değişgenlikten yoksun  bir tabandan yükselen sabit bir temel üzerine inşa edilmiş bir hayat kurmaya doğru itmişti.

Değiştiremediğini kabul etmek den çok dışlamayı tercih edip, ona karşı bir duvar örüp küçük bir pencere bırakmak ve kendi hakimiyetine alacağı, değişmezliği ve dolaylı olarak güvenliği sağlayacağı bir liman inşa edip sonra bu limandan uzaklara açılmak. Limanının hep orada güven içinde olduğunu bilip baş edemediği fırtınalarda ona sığınmak , sonra tekrar tekrar yeni ufuklara açılmak....


İsteği ve beklentisi fazla değildi hayattan. Ne mevki ne kariyer ne de para....
Bir güven içinde bir limanı olsun. Birde limanda buluşacağı, ona yeni ufuklarda gördüklerini anlatacağı , gördükleri ve öğrendikleri üzerine konuşup tartışacağı, güvenip, dost bilip, hem beraber hemde uğruna savaşacağı biri olsun.

Çok mu istiyordu hayattan ?

18 Mayıs 2010 Salı

İş başında 15

Şans faktörünü ciddiye almıyor değildi.
Yine de yaşamındaki kontrol elden bırakılacak gibi değildi.
O kadar çok parçayı bir arada tutuyorduki hiçbir düzensizliğe karşı tolerans gösteremiyordu.
Bu sadece teknik yaklaşımlar için değil ikili ilişkiler içinde geçerliydi.

Bu bir yoldu.
Adına ne dersen de, ister hayat, istersen oyun, olan bitenin bir yöntemi vardı.
Öyle ki metodik gidildiğinde her ne kadar daima başarılı sonuçlar alınmasada bu var olan şablonun dışına çıkıldığını göstermiyor, aksine denklemin içerisindeki bilinmeyen sayısının fazlalığını ve sonuç aralığının genişliğini vurguluyordu.

Başarısızlığı yöntemde değil eksikliklerimizde aramak, kendi üzerimizdeki oto kontrolün zayıflığını gidermek dururken, sebebi hemen başka omuzlara yüklemek kendi kendimizi kandırmak ve zamanı boşa harcamaktan başka birşey değildi.

Zaman ...

Yapılabilecekleri yapıp geri kalan seçenekleri elemek, quantum fiziğindeki süper pozisyon içerisinde arzulanan çökertmenin sağlanmasını kolaşlaştırmak ile aynı ise, neden kendi hayatımızda belirsizlikleri yüksek ( ki bu durumda süper pozisyonlarının arzulanançökertme sonuçları için fazlası ile zengin olduğunu vurgulamak amaçlı bir betimlemedir ) birini gidişatımız içerisinde sürüklenmeye mecbur edelim ve kendimizide sürüklenir hale getirelim ?


Bu yapabileceğimiz en yanlış çökertmelerden  biri olurdu.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

İş başında 14

Şanssızlığın faktörü ne idi  ?

Herşeyin doğru yapılması durumun da bile hesaplananların dışında gerçekleşen olguların sonucu değiştirmesi istatistik bilminin konusu olmamalı.

İstatistik sadece riskinizi hesaplayıp minimize etmenizi sağlayabilir.
Bu başka risklere olan açıklığınızı asla değiştirmez ve daima başka bir açık yanınız vardır.

Peki neden şansa ihtiyaç duyuyoruz ?
Şans gerçekten var olan bir olgu mudur yoksa bizim başka hayatların kontrolündeki akışları kendi hayatımıza buyur etmemiz ya da etmek zorunda olmamızın bir sonucu mudur ?

Hiç bir varlığa bağlı olmadığını düşündüğümüz oluş sıralamalarıdan bile müdahelenin kaçınılmazlığı, hatta  aslında kendi kulacımızın oluşturusu olan dalgasında boğulmamız durumunun gerçeklenmesi söz konusudur.


Kapasitemiz asla yetmeyecek biliyorum ama bunu en iyi tanımlayabilecek cümleler şu şekilde olabilir.


Kendini ve hayatını en iyi şekilde tanıyıp özümseyen insanlar için şans sadece ektiklerini biçecekleri anlamına gelir.

En azından onun düşüncesi bu idi.

28 Nisan 2010 Çarşamba

İş başında 13

Sabahları kalkmak artık eziyet gibiydi.
Bu sabahda bunu düşünerek yataktan çıktı. Kendini fonksiyonsuz hissetmek hiçde haz aldığı birşey değildi.
Halen asıl varlık sebebini sorguladığını fark etti.

Bir arkadaşının aşk acısı çektiğini söylemesi üzerine saçma bir öneride bulundu eğlencesine.
Sonra altında yatan gerçeği fark etti.

Eğerki çektiği acıları hatırlamasaydı o şu anki halinde olur muydu ?


Bu düzlemde düşünüp derinleştirmesi gereken kavramlar olduğunu farkına vardı.

Günü boş geçse de yapması gereken çok şey olsa da hiçbirinin faydası olmadığınıda biliyordu.
"Çok sıkılıyorum" diye sızlandı.

Aslında sızlanmak değil umutsuzluk ile beraber çürüyüp ölmek demekti.
Bunu kabul etmek istemiyor ve bir çıkış yolu arıyordu.

Bir çıkış yolu...

25 Nisan 2010 Pazar

İş başında 12

Yatıyor, kalkıyor, besleniyor, işe gidiyor geliyor ama herşeyi aynı tutuyordu.
Bu rutini kırmak elind eolan bişrey olmadığı gibi yerind esaymak onu delirtiyor, bir bağlamda kendini kapana sıkışmış hissetmesine nedne oluyordu.
Yapılabilecek şeylerin listesini çıkartmış olsa bile yinede bu çevresindeki çemberi azıcık genişletecek ama herhangibir ilerleme kaydetmesine katkı sağlamayacaktı.
Düşününce hiç yoktan bir hareket olsun, hatta cephe genişlemesi ile belki hareketlilik gelir fikri daha sıcak gözükmeye başlamıştı.
Yeni bir projede yer alamadığı sürece var oluşunun basit temellerini bile koruyabilecek kadar kaynak elde etmesi mümkğn olmayacaktı. Belki de elini kolunu bağlayan etkenlerden kurtulmak için küçülmek o kadarda kötü bir çözüm yöntemi değildi. Yinede bu fikri sevmeye ve benimsemeye çalışmak doğasına aykırı  hatta bünyesine zararlı bir madde gibidi.


Duracağına hareket et felfesi daha kabul edilebilir gibiydi.


Göreceğiz...

8 Nisan 2010 Perşembe

İş başında 11

Evinde normal bir akşam yaşadığını düşünüyordu.
Yapılması gerekenlerin yapıldığı bir akşamda söylenmesi gereken şarkıları söylüyordu.
Telefona cevap verdiğinde sonucun böyle olacağını bilmiyordu.
Bütün gece süren bekleyiş ve sabahın ilk ışıkları ile son.
Gerçi anlamıştı ya da hissettiğini böyle yorumluyordu.
Sadece bir iki damla göz yaşı dökmek üzereydi ki onlarıda tuttu.
Zaman yine kontrol ve organizasyon zamanıydı.
Duyguları sanki kaybolmuştu. Mekanik bir soğukluk ile hareket edip
hatasızca işini yapıyor, herkesin olması gerektiği gibi olmasını sağlıyordu.
Yorgundu ama bu daha başlangıçtı. Bunun gibi daha çok an yaşayacaktı.

Önceki deneyimlerinden olsa gerek durumu kanıksamış, olağanlığın rutinine yüklemişti.
Bu onun ayakta kalmasını sağlıyor, en zor şartlarda bile durmaksızın ilerlemesine olanak veriyordu.
Ne maddi ne manevi hiçbirşey onu durduramıyor, hedefinden saptıramıyordu.
Zaman duraksama zamanı değildi ve durmayacaktı. Aklına ona orta okulda takılan lakap geldi.
Kimsenin böyle olacağını tahmin edemeyeceğini farkında olsada seçimin isabeti hayranlık vericiydi.

Düşündüğünde gerçektende öyle olduğunu fark etti.
Güçlü, hızlı,dayanıklı. Oldukça fazla yükü taşıyabilen ve kolay kolay durmayan, durdurulamayandı o.
Yolu herzaman belliydi. Duracağı yerde, zamanda. İşte bu yüzden isabetli bir seçimdi.


Ona "lokomotif " derlerdi....

5 Nisan 2010 Pazartesi

İş başında 10

Otomatize bir şekilde uyandı. Haftalardır aklından geçenler hep aynı olduğu için bir bağlamda rutine dönmüş ve duygudan arınmıştı. Endişelerini ve  korkusunu kokularını alamayacakları kadar derine gömmüş, hormonlarından arınmış şekilde mantık bazında ilerliyordu. Acil durumlarda uyguladığı bu prosedürü daimi hale getirdikçe hayatında renk tonları azalıyor ama karar vermesi ve huzurlu olması kolaylaşıyordu. Yeni tanıdığı birkaç insanın aynı kafa yapısına sahip olması umut vericiydi. Çoğunluğun içerisinde erimeyecek ama azınlık olacak, tek kalmayacaktı. Herşeyi daha bir kontrol altına almış, bazı durumlarda mutlu olmayıda hissetmişti.

Mutlu olmak unuttuğu bir duyguydu.
Çalışmaları sonuç verecek ve başka bir projede görev alabilecek gibiydi.
Gerçi bunları düşünmek bile sanki herhangi bir anda başarısız olmak  ve bu başarısızlığı adıan geri adım atmak gibiydi.

Düşünmemeyi tercih etti. Planı vardı ve uygulamaya devam edecekti.

Şuan için a planın ile ilgili bir gelişme olmasada , b planı umut vericiydi. c planı ise yaptığı bir görüşme ve stratejisini üzerine kurduğu manevralar ile umut verebilecek seviyeye gelmişti. d planı ile ilgili hiççbir gelişme yoktu.

Ellerine baktı. Yaşlandığını hissediyordu. Zekasın keskinliğini kaybetmişmiydi yoksa alan mı değişitiriyordu ?
Eline baktı, uzun uzun baktı ...

Daha güçlü , daha deneyimli ve hissettiği doğru ise daha acımasızdı.
Düzen onu istediği noktaya mı çekiyordu , yoksa o istediği noktayı savunacak şekilde bir delik mi bulmuştu düzende ?


Görecekti.....

25 Mart 2010 Perşembe

İş başında 9

Karanlıktan geçişi ile birlikte sesin gelmesi ardışık olmuştu.
Tüm vücudu bir makinenin başlatılması gibi sıra ile bildiği varlık düzeyine çıkıyordu.
Uyanması ile birlikte dikilmesi bir olmuştu ki bu gerginliğin belirtisiydi.Sebep olarak ne olursa olsun, son haftalarda yaşadıkları pek hoş olmasada bu gerginlik ile başa çıkmayı bilmeliydi. Yaşam kalitesi buna bağlı iken savaşmak kolay olmuyordu. İyi şeyler olmuyormuydu? Oluyordu tabi. Yeni insanlarla tanışıp enteresan arkadaşlıklar kurmuş, beklemediği pozisyonlardaki insanlardan destek görmüştü. Bütün bunların ışığında projesinin bitiyor olması ile beraber hangi projede yer alacağı belirlenir diye umutlanıyor ve belkide düzeninin sarsılmaması için var olanlara yeter gözü ile bakıyordu.

Bunca koşuşturmanın arasında bazı beklemediği dişil yakınlaşmalar yaşamak hayatının yükselen köşesiydi.
Tamamı ile batamayacağına göre böyle olması gayet doğaldı.Nezaman tamamen gömüldüğünü düşünse muhakkak bir yanı yüzeyde kalmayı başarıyordu. Gerçi düşen grafikteki hali ile kendini güçlü hissetmediği için pekte hevesli değildi gönül oyunlarına. Herşeyin öyle yada böyle güce dayandığını öğrenmesi yaşına göre geç olmuştu yada o öyle düşünüyordu ve bunu kendi varlığında özümlemektense varlığının  dışında pis birşeyi tutarmış gibi taşıması beklenen birşey değildi. normal insan eğilimleri ve davranışları göstermediği için sınıflandırma dışı kalmayı umut ederken alt seviyelerde kabullenilmek hiçte hoşlaşmadığı bir durumdu ama zaten hoşlaşmadığı bir düzen içindeki yeri için savaşmak ne derece anlamlıydı ?
Kendini kirletmeden yapılması gerekenleri yapmaya çalışıyordu yinede ne kadar başarılı olabileceğini kendi de bilmeden bilinmeyene doğru sürükleniyordu.
Oldukça konforsuz bir durumda, ön göremeyeceği ve değiştiremeyeceği koşullar altındaydı.
Elinden gelen hemen hemen her ihtimal için hazırlıklı olmaktan başka birşey değildi. Kaderini kazanabilmesi için elinden gelen buydu , Önceden atılmış adımların sonucunu en iyi şekilde karşılamak kabul edilebilir gibi gözüksede istemediği bir sürüklenmeydi. Ruhunda bu sürüklenmenin verdiği ağırlığı taşıyor ve bunu uçurup götürecek birşeyler yaşamak için çaresizce bir beklenti içinde nefes alıyordu. Bekleyişlerin bitmeyeceğini farkında olsa bile bu kimsenin duymayacağını bile bile ağlamak gibi birşeydi. Rahatlamaya ihtiyacı vardı .  Üç seçenekten biri  başka yol yoktu. Ya arkadaşları ile vakit geçireceği bir aktiviteye girecekti ki bu masraflıydı ya da bir dişinin kollarında avunup rahatlamaya çalışacaktı. Gerçi ikisininde riskleri olduğu için doğada tek başına iken kendince güzel bir havada kaybolmayı yeğlemeside güzel bir seçenek gibiydi.


Malzeme listesi yapmaya başladı...

15 Mart 2010 Pazartesi

İş başında 8

Küçük oyunların büyük planları olur. Büyük oyunların ise küçük oyuncuları. Birzamanların tepeleri şimdi ovalara dönüşmüş, yavruları ana baba olmuşlardı. Devir değişsede hikayesi değişmediği gibi amaçlarıda değişmiyordu.
 Zamanlama berbattı. Tam hasta iken bu şekilde şeyleri düşünmek için doğru zaman değildi....

Koltuktan kalkarken uykutulumunu tekmeledi. koltukta yatmak bir süre için iyiydi ama omurgasının ağrıdığını hisseder gibiydi. Belinden itibaren boynuna kadar, sırtının ortası ve omuzlarına doğru sanki bir haç tutturulmuşçasına kaslarını kısıtlayan bir gerginlik ona hala hasta olduğunu söylüyordu. Üzerin öksürüğü tuz biber olmuştu. Kalkıp önce hayvanın yemeğini hazırladı. Bu sabah korkmuyordu ondan . Bu güzel gelişme karşısında onu fazla rahatsız etmeden işini bitirdi. Sıcak bir duşa girip bedenini şarj ettikten sonra güzelce traşını oldu . Tüm bunlar esnasında fazla düşünmüyor sadece yapıyordı.

Günlük rutinini bitirdiğinde müzik bile dinliyordu. Gün güzeldi ve güzel hissediyordu kendini.
Masasına oturmasından ıhlamuru almasına kadar herşey güzeldi. Mutfağa giderken gördüğü kız güzeldi.
Gelirken gördüğü kızın güzel olduğu gibi. Sırf kızı görmek için iki dakika sonra bitirdiği ıhlamuru tazelemeye gittiğinde onun toplandığını gördü. Hızlıca gidip döndüğünde kendini kız önde o arkasında yürüyorken buldu.
Yürüken kızın adımlarını izliyordu. Uzun bir kız değildi. Dikkatini çekende uzun yada kısa olması değildi. Kısa eteğinden geride kalan bacaklarıda değildi ilgisini çeken. Üzerine giydikleride değil. Parfümüde olamazdı, şuan koku alamıyordu. Kızın bakışıydı onu etkileyen. Onu beğendiğini hissettiren bakışı. O biranda gelişen ve gelip geçen ama geride anlamca az çıkarımca çok bir yığın bırakan bakış. Yürürken kızı takip etmeye ve kendince neşeli ıslığını hafifçe çalmaya devam etti. Fazla birşey yapmasına gerek kalmamıştı. kız ofis içerisinde dolapların oluşturduğu koridor köşesinden dönerken onu görmüştü hatta ona bakmıştı. Hoşuna gitmişti bütün bu olanlar. Belki biraz egosu okşandığı yada sadece ihtiyacı olduğu için. Aklına Brasil filminin finali gelmişti. Acaba mutluluğu böylemi yakalayabilecekti ?

Kalktığında sabaha karşı gördüğü rüyaları hatırladı. Hiç görmediği bir kızı öptüğünü görmüştü.
Birde sözde eski nişanlısını görmüştü. Aslında o değildi ama o imiş gibi hitap ediyordu. Bazı şeylerdne dolayı pişmanlığını dile getriyordu kız. Bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Herşey değişmişti. O artık eski tanıdığı kişi değildi. Beyni bilinç halinde bulamadığı cevabı rüya halinde yüzüne vuruyordu. Belkide hayatına gerçekten başkalarının girme zamanı gelmişti ve bilinç altı ona bunu anlatmaya çalışıyordu.

Masasına döndüğünde asma katın kenarına kadar gidip aşağıya , kızın kaybolduğu yere baktı. Görünürde yoktu. Bu canını sıksa da onu tekrar göreceğine dair bir umut vardı içinde. Her nasılsa birşekil de olacaktı ve onu görecekti. Gördüğün de olacakların ihtimalleri aklındaydı. Yanlış algılamış da olabilirdi. Kızın erkek arkadaşıda olabilirdi. Belki evliydi bile. Parmağına bakmadığını hatırladı. Tüm bunlar korkuya dönüşüyordu. İçindeki bu korku neşesini boğuyordu. Kendine kızdı. Umuda bu kadar ihtiyacı olması acınacak birşeydi. Şu hali ile en ufak şeylerden bile çıkarım yapmak ... Acınacak durumdaydı.

Tekrar normale dönmeye çalıştı. Kızı unutup günün neşesini geri çağırmak için müziğin sesini birazcık açtı.
İçinde ritmi dalgalandırmak istedi. Gözlerini kapattı, kızı tekrar gördü. İçten içten hala kızı görebilmeyi istiyordu.
Alt dudağını fark etmeden sarkıtmıştı. Kafasını sağa sola sallayıp aklındaki düşüncelerin yerini değiştirmeye çalıştı ama olmuyordu. Bilinçli hali bilinç altını en sonunda anlamıştı.
Kızı bir kere daha görmek istiyordu.

Buna ihtiyacı vardı.

12 Mart 2010 Cuma

İş başında 7

Öksürürken beyni yerinden oynayacak gibiydi.
Burnu tıkanmış, boğazı öksürüğün veridiği tahrişi yaşıyordu. Tabiri caiz ise tam bir mızmız hasta durumundaydı.
Gerçi kuyruğu dik tutmaya devam ediyordu. Hasta olduğunu masasındaki ıhlamur bardakları , üzerindeki polar ve sesindeki değişiklik dışında anlayamazlardı.

Kendi kendine teşhisini koymuştu. Sebebi bildiği gibi sonucuda biliyordu.
İki bilemedin üç gün sürecek bir rahatsızlıktı bu. Tabi kendisi müdahele etmezse daha da uzayabilirdi.
Uzun zamandır ekonomi yapmak adına öğle yemeklerini geçiştiriyordu. Akşam yemeklerini de geçiştirdiğini düşünürsek vitamin alabileceği hiç birşey kalmamıştı. Kendine bakmaya yeniden başlaması biraz masraflı olacaksa da yapılacak birşey yoktu. Bütün bunlar esnasında yalnızlığı bir kere daha düşündü. Aklındaki model ile yaşadığını örtüştürmeye çalışması sektelere uğruyordu. Kendinden emin tavrından vazgeçmedi.
Kendi ile başbaşa kalsa bile bu tavırdan vazgeçmiyordu. Mutlak doğru gibi bir kavram olmadığından ötürü şahsi değer yargıları edinmişti yerine. Gerçi var olan oluşumdan farklılıkları fazla değildi. Sadece daha katıyve basitti .Bu katılık onu ince ayrıntılar ile uğraşırken kati analizlere sürüklese de halinden şikayetçi değildi.

Sakince yemeğini yedi. Bu sefer zamanın nasıl aktığını fark etmemişti bile. İşlerini bitirdiğinde geriye kalan zamanda neler yapabileceğini düşündü. Kendi açısından bekleme sürecindeydi. Öyle bir gidişata oturtmuştuki işleri , bir süre sadece küçük rota düzeltmeleri ile ilerleyen bir gemi gibiydi herşey.

Saatlerin geçmesini ama kendi için iyi geçmesini istedi. Performansındaki düşüklük onu rahatsız etsede bu ona yaşlandığını bir kere daha gösteriyor olmuştu.Yolunun sonunu düşündü. düşünürken düşünmeye çok vakit ayırdığınıda düşünmüştü. Acaba diğerleri haklımıydı ? Hayatı olduğu gibi alıp, sürüklenmelere izin vermek daha mı doğruydu ?

Belkide soru  "doğrudan" çok "kolay " şeklinde olmalıydı. Çoğu kimsenin hayatı kolay yolu ile yaşadığını, kolaylıkların sürekli olarak artması ilede olayların özünden uzaklaştıklarını düşündü. Hayat basit olmalıydı ama kolay değil.

Zaten basitliğin içerisindeyken bu kadar mükemmel ve karmaşık gelmesi bizim kendi yetersizliğimizin sonucu diye geçirdi zihninden .Hayatı elma kurdu olarak yaşayacak değildi. Yenmek veya yemek şekline basite de indirgeyemezdi. Aklının neden var olduğunu bir kere daha sonuca bağlamaya çalıştı. Var olan aklı ve bilgisi, yani kapasitesi sadece hayatını sürdürmek için gelişmiş olamazdı. İhtiyaçları bir hayvandan daha fazla ise o taktirde sınırlarıda bir hayvanınkinden geniş olmalıydı. Peki neden bir hayvan gibi yapıyordu yaşamdaki tercihlerini  ? Şuan bile bedeni dürtülerine yenik düşebilirdi.

Bu kadar basitti aslında. Dışında taşıdığı kılıf ile  içinde taşıdığı arasındaki mücadele belkide en eski düşünürlerin bile ele aldığı bir konuydu. Yinede bir sonuca ulaştıramamalarına anlam veremiyordu ama vermeye çalışıyordu. "Galiba yoruluyorlar"dedi kendi kendine. Kolay değildi üzerinde yürüdüğü toprağın ve onun üzerinde yükselen hayatın cazibesine ve şartlarına rağmen yaşamak. Yaşamın içindeydi ve yaşam onun dışından akarak kendini yabancılaştırmasına neden oluyordu. içinde eriyip bir bütün olamamıştı. Yaşam dediği şey o kadar hızlı akıp gidiyordu ki , kendi ritmi ile onunkini birşeştirmesi ne yazıkki mümkün değildi. Yaparsa belli bir süre sonra tökezlemeye mecburdu. Kim olsa tökezlemeye mecburdu. Sistem bunun üzerine kurulmuştu. Böylece tökezleyen düşüyor ardından gelen onun üzerinden yükseliyordu.  Bu şekilde sürekli yükselen ama anlamsızca ve amaçsızca yükselen bir çıta vardı. Bir süre sonra çıtayı taşıyan değerler ortadan kalktı . Çıtanın kendisi yükselmeye devam edip karanlıkta böcekleri kendisine çeken bir ışık gibi olmuştu. Herşey o kadar çok yönlü ve o derece hızlıydı ki kendine zaman ayırması mümkün değildi.sistem kurucuları kendilerini bunun dışında tutmayı bilmişlerdi. "Güzel bir manuplasyon tekniği, saçma sapan şeylerle meşgul et ve aptal kölelerden oluşan bir güruhun olsun. Senin gösterdiğine koşsun. Bencilce koşsun. Bölünerek, küçülerek koşsun" Düşmanını sevmesede stratejisine hayran kalmıştı.Ya oyunu oynayacaktı , yada oyunun dışına çıkacaktı. Doğası gereği herşeyi dışına çıkmaya eğilimliydi. Oda öyle yaptı. Şimdi alabildiğine yalnızdı. Sorumlulukları kısıtlı, beklentileri sade ve güvenliydi. Şimdi oyunun dışına çıkmaya başlamıştı ama kendini orada tutmak kolay olmayacaktı. Yinede mücadele ettiği şeyler karmaşık olsada kendince içerisi ve dışarısı diye ikiye ayırabilmişti görüşünüde gülüşünüde. İçinde tuttuğu çekirdeği korumak istercesine kendine sarılmak istedi. Belkide yalnızlığını geçiştirmek içinde bir hamleydi. Engel oldu dürtüsüne. Normalde herşeye engel olup kontrollü yaşadığı gibi yalnızlığıda kontrollü yaşıyordu.
Tüm bu olan biteni ve koşuşturmacayı gereksiz gördü. Kaybolmak değil var olmak istiyordu. Belki geride kalıp ,belki gözden uzakta ama var olmak istiyordu işte. Kimsenin yıkamayacağı kadar güçlü,  herşeyin akışına direnecek kadar kararlı. Öylece durdu bir an. Sonrasını öncesini düşünmeden durdu. Zamanın bile durduğunu düşünerek , hatta hissetmeye çalışarak durdu. Sanki vitesi değiştirmek için debriyaja basmak gibiydi yaptığı. Tüm vücudu bu karmaşadan uzakta olsa nasıl hissedeceğini bilemiyordu. Sadece olabildiğince dingin bir hisse ulaşmaya çalıştı. Sonrasında ağır ağır seslendirdi düşüncelerini.

"Ben" dedi. " Önce ben var olmalıyım. Zaman bana göre akmalı, yediğimden ve kokladığımdan kendime göre keyif almalıyım. Kendimi geliştirip gerçek anlamda daha fazlasını almalıyım" diye düşündü. Bu kadarı ile yetinmek , ne aklının nede merakının sınırlarını zorlamadan , bedeninin üzerinde tam kontrol sağlamadan öylece oturmak ona göre değildi.  Hakkı bu olamazdı yaşamın ve mücadelenin. İnsan olmak böyle birşey olmamalıydı.  " Yaşam hak ettiği şekilde yaşanmalı, aceleyle değil, karmaşayla değil. Yalın tatların hazzıda çıkartılmalıyım. Yedi rengi bilmeden binlercesi ile uğraşmanın anlamı yok. Hayvanlara benzeyeceksem bu aklın bu bedende yeri yok" dedi . Daha doğrusu dudaklarından yayılan titreşimler bu anlama geliyordu.

Galiba sadece onun için bu anlama geliyordu..

11 Mart 2010 Perşembe

İş başında 6

Eve geldiğinde fazla birşey ile ilgilenmek istemedi. Bir süredir üzerinde olan boşvermişlik halen etkisini koruyordu.
Televizyon ile vakit geçirmeyi tercih etti. Akvaryumun ışığını yakıp hayvanın yeterince güneşlenmesini sağladıktan sonra duraksamadan ani bir şekilde boş tabağa uzanıp aldı. Şaşırtıcıydı ki hayvan ürkmemişti bile. Yeniden tabağı doldurup yerine koyarkende aynı yöntemi izledi. Sonuç şaşırtıcıydı. Yemeğini yemesi için onu yalnız bıraktı ve birşeyler atıştırmak üzere mutfağa döndü. Son birkaç gündür  kaçırdığı kantar topuzu git gide rahatsız ediyordu onu. Bir işaret bekler gibiydi, Sanki bir olayın beklentisi içerindeydi, hani " şu olsun sonra " cümlesi için gerekli bir tetikleme gibiydi.Yemeğini isteksizce tüketti. Çevresine bakıp sınırdaki karmaşa içerisindeki düzene göz gezdirdi. İçinden hala birşey yapmak gelmediği için uyku tulumuna girip isteksizce uyumaya çalıştı. Zamanın geçmesini istesede dinlenmeyi ve ertesi günkü işleride düşündüğünden gözü saatte takılı olarak ne kadar uyuyabilirse o kadar uyudu. Saat gece yarısını bulduğunda operasyon için işyerine gitmesi gerekiyordu. Kullanacağı ekipmanı hazırlamayı erteledi. Onun yerine bitmek tükenmek bilmez bezginlik içerisinde uyku tulumuna sarılıp gözlerine kadar çekti ve bir peçenin ardından izler gibi televizyona daldı.


Bir süre sonra bir ses ile içine girdiği halden uzaklaştı. Akvaryumdan gelen ses üzerine artık hayvan ile ilgilenmesi gerektiğini fark etmişti. Kalkıp akvaryumun yanına gitti. Ani bir hareket ile hayvanı kavradı.
Korkmuş gözükmüyordu aksine gayet sakindi. Parmağını başının üzerinde boydan boya gezdirmeye başladığında gözlerini kapatan hayvan ağızını açmış ve boynundan yukarısını gerginleştirip beni sev dercesine uzanmıştı. İnce narin yapısına bu gerginliği ve uzun vücudu ile alabildiğine çekici gözüküyordu.
Hayvana her ne kadar soğuk yakıştırması yapılsada bir seksapeli olduğuna inanıyordu. Sonuçta yürüyüşünden duruşuna kadar kendine has bir vakurluk ve gövde gösterisi mevcuttu. Henüz yavru olmasına rağmen sanki küçültülmüş ölçekte bir yetişkin yada uzaktan izlenen bir ergin edasındaydı. Vahşi hayvanın elinde gayet rahat bir şekilde otururcasına durması hoşuna gitmiş , sevdikçe keyif ile aralanan ağızından pembe kısımları görmesi değişik bir tür sempati duymasına nedne olmuştu. Göğüsüne yaklaştırıp başının üzerini öptü. Sonra boynuna yakın bir şekilde yerleştirip ısınması için kafasını ona yasladı. Boynu ile geniş omzu arasında kendine yer bulan hayvan sessizce oraya yerleşti.kıpırdamadan durmasının verdiği cesaret ile yediklerinin artıklarını tepsisi ile kaldırdı. Bulaşıklarını yıkayıp tekrar salona döndüğünde içinden sadece yatmak geçiyordu. Tekrar uyku tulumunun altına girdi. Onu bir battaniye gibi kullanmayı tercih ediyor ama fermuarını tam açmadığı için her seferince ufak mücadeleler sergiliyordu. Hayvanı boynundan alıp göğüsüne yerleştirdi. elini üzerine kapatıp huzurlu uykusunu kesmemesini sağladığında fark ettiği birşey oldu. Her ne kadar soğukta üşümesede rüzgar için aynı şeyi söyleyemezdi. Rüzgar ile gerçekten kendini kötü hissedebiliyordu ve şuanda ciğerlerine giden soluk borusunda yanma olduğunu fark etti." Sanırım üşüttüm , hemde sağlam " diye söylendi.



Sabah işe tekrar döndüğünde tuhaf bir biçimde enerjikti.Gerçi operasyondan sonra buraya geri döneceğini düşünmemişti. Soğuk havada belki yanıltıcı bir his bile olsa performansının arttığını ve dinçleştiğini hissetmek onda yine bu dünyaya ait olmadığı hissini yarattı.Durum ne olursa olsun yine buradaydı. Her zamankinden daha spor giyinmiş, neşesi üst seviyelere ulaşmış şekilde çevrede dolanıyordu. Bu ruh halinde birazda iyi geçen gece operasyonunun etkiside vardı. Hatta tuhaftır ki normalde onun uzmanlıklarını kale almayan iş arkadaşları bile dün geceki operasyonda uzun bir süre onunla konuşup yapılacakları belirlemek ve analiz için uğraşmışlardı.
Egosu ister istemez okşanmış hatta belkide biraz hak ettiğini almış hissediyordu. Yinede sabahın körüne ayarlanmış bir toplantı aslında şuan için  istediği son şeydi. Yinede sakin kaldı ve bunuda avantaja çevirip çeviremeyeceğini düşünmeye odaklandı.

Toplantının ertelenmesi boşuna gelmesinden dolayı canını sıksa da ,ona yüzyüze görüşmede markaj yapma şansı sağlamıştı. Aslında olması gerekenin ve yapılması gerekenin nasıl gerçekleştirilmesini gösterme şansıydı elindeki ve oda bunu kullandı

Yarım saat kadar sonra önünde yeni bir modelleme ve daha farklı bir stratejik yaklaşım vardı. Elde ettiği bilgileri ve kurduğu yeni oyun stratejisini sorumlu müdürü ile paylaştığında  sorumlu müdür telefonun ucunda ağızını kapatmaya çalışmaktan başka birşey yapamadı. Yaptıkları ile git gide operasyonların içinde sınırlı sorumluluğunu fikir bazında yükseltiyor ve kendi yükselişinin sessiz darbesini hazırlıyordu. Yükselmeye çalışırken unutmaması gereken şey ayağını bastığı balçığa kendisini taşıma adına fazla güvenmemesiydi.

Az önce attığı adımların destekleyici yan planlarını gözden geçirirken işini bitirmiş olduğu dizüstünü toparlamaya başladı. Aklında en az iki ayrı alternatif plan daha oluşmuştu. Şimdi duruma yada işin gidişatındaki eğime göre konumunu koruyabileceğini düşündü alternatifleri vardı. " Düşünmek yetmez , emin olmalıyım " diye geçirdi içinden. Çantasını alıp emin adımlarla masasında uzaklaşırken çevresindekilere farklı bir elektrik yaydığını hissetti. Karizmasındaki bu artışın tek sebebinin edindiği başarının verdiği özgüven olduğunu bilmek onu keyilendiriyordu. Yüzünde yine o çarpık gülümsemesi belirmişti. Bakışları cam asansörün dışına kayarken göz ucu ile tam önünde durup onu dikkatle süzen genç kızı seyrederek çoktan şarkısını mırıldanmaya başlamıştı.

10 Mart 2010 Çarşamba

İş başında 5

Şirkete geldiğinde hala aklında kelebekler uçuşuyordu.
Kendince edindiği disiplinle zihnini odaklanmaya zorlasada kendini gülümsemekten ve şükretmekten alıkoyamıyordu.

Masasına oturduğunda sanki zamanda bir kırılma yaşadığını hissetmişti.Olan bitenlerle kendini bir anda daha pozitif ama farklı yada yabancı olacak kadar pozitif bir akıştan devam ederken buldu.

Çevresine baktı .Geldiğini kimse farkında değildi. Aslında farkında olup tepki vermemeyi seçmişlerdir diye düşündü.Arkasından küçük hatalarını bile raporlayacaklarını bildiğinden  izinli olarak hareket ettiği için kendini tebrik etti.

Aslında içinden hiçbir iş yapmak gelmesede bundan gocunmuyordu. Projede üzerinden yük kalkmış, her nekadar kendi sorumluluğunda olmasada  stratejik bazı bilgilerin değerlendirmesini yapıp gerekli yerlerle paylaştığı için psikolojik olarak konumunu güçlü tutmuştu. Sandalyede arkasına yaslandı ve ekrana bakarken çok farklı şeyleri düşünmeye başladı. Sandalyenin biraz laçkalaşması dikkatinden kaçmamıştı. Sanırım vermesi gereken kiloları olduğunu artık eşyalar doğaları ile yüzüne vuruyorlardı.

Öğle yemeğine çıktığında alıştığı şeyleri yapmaktan gocunmadı. Sanki bu tür küçük alışkanlıklar hayatının kontrolünü sağlamakta ona destek ve güven veriyordu. Sürüklenmekten bıkmış bir insanın kararlarınında katı ve kesin olması gerektiğini savunurdu. Bunu da kendi hayatında kontrolü elinden bırakmayarak uygulardı. Yemek faslı her zamanki gibi geçmişti. Sadebir yemek , sabit hızda tüketim. Göz teması olmaksızın, sohbet olmaksızın. Yinede öğle saati günün en sevdiği saatiydi çünkü tüm gün çalıştığı o yapay ışıklandırmalı hangardan sonra açık havada olmak ve bu saati beklemek ona moral ve motivasyon olarak oldukça iyi geliyordu.

Bahçeye çıktığında kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Kurşuni hava ona yine yoğun duygular pompalıyordu.
İçinde fazla birşey kalmadığını düşünerek düşünceleri sanki eli ile itermiş gibi çıkartıp attı aklından. Bahçenin girişinde iken bir göz gezdirdi çevresine. Ayaktaki insanları , grupları görmek gayet alışıldıktı.
Onlara dahil olmaksızın kendine kalmayı düşündü. en azından gerçekten sohbet etmek isteyeceği biri gelinceye kadar. Sakin bir şekilde tentenin dışındaki tahta sıralara yöneldiğinde yağmurdan dolayı ıslak olduklarını fark etti.Gerçi dert değildi, her ne kadar göze batsada gençliğinde yaptığı gibi sıranın sırt kısmına tünemeyi uygun buldu. çevresine son bir kez baktı ve telefonu eline alıp müziği açtı. Kulaklıklarını taktığında sanki  bir kapıdan geçmiş ve çevresindeki herşeyi bir ekrandan izliyordu. en azından bu hisse kapılmıştı.
Eşikten geçmeden önce fark ettiği son şey çevresindeki herkesin üşüdüğü ama sadece sigara içmek için dışarı çıktığı idi. Müzik eşliğinde insanları incelemeye odaklandı. içindeki müzik ve kulağındaki ile gördüklerinin senkronu oldukça değişik bir panaroma sunuyordu hayattan. Bunda birazda dinlemeyi tercih ettiği türlerinde ve parçalarında etkisi vardı. Yinede gördüklerini sadece incelemeyi tercih ediyordu .İnceleme yapmak dışındaki zamanlarında bu şekilde bir sosyal topluluk arasında bulunmak onu rahatsız etsede şuanda arka bahçede yürüyüşe çıkıp tamamen yalnız kalmakda işine gelmiyordu. Arada bir bile olsa güzel giyimli bayanların seksi görünümlerini göz ucu ile takip etmenin hormonlarını dürtüklemeye yeteceğini düşündü.

"İş çıkmaz " dedi kendi kendine. iş yerinden hiçbir kadına dişi olarak yaklaşmayacağını kendine şart koymuştu. Böylelikle çıkabilecek çatışma ve sorunlardan uzak durduğu gibi aklınıda temiz tutabiliyordu. Kendi kendine birazda itirafta bulunmuyor değildi hani. Bu ortamdaki yada benzerlerindeki kadınların kendilerini sınıf olarak yüksekte görmeleri onu hem kızdırıyor hemde iğrendiriyordu.Şiddetle red ettiği şeyin sebebi aslında farklıydı ve bunu biliyordu.

Kızması aslında kendine idi. Belkide cahil , sığ ve vurdum duymaz olmayı istemeliydi. Acınası bir hayatı kesinlikle yoktu ama bir yıldız gibide parlamıyordu. Gerçi onun yıldız tanımıda herkese göre farklıydı. Yapılabilecek birşey olmasada , değişecek hiç birşey , yinede isteyebilirdi sıradan olmayı, kaçışı olurdu belkide. Diğer yandan farkındalılığın acısını çektiğinide biliyordu ve bundan dolayı gururulanmıyor veya güçlenmiyorda değildi. Acılarının yada kayboluşlarının  bir tür uyanışa giden yolda olduğunu ve "fazlasını istiyorsan bedelini ödersin" kuralına uyduğunu da kabullenmişti. Bütün bunlar gözünde kült bilimkurgu filminin ünlü sahnesi canlanmasına neden olmuştu

Kırmızı mı,  mavi mi ?

"Bu düşünceye dalmak için doğru zaman değil" diye takrarladı içinden. Tekrar iş başına dönmek için güvenlikten geçerken aklına hep aynı konular hakim oluyordu.

Sırada ne olduğunu merak ediyordu. Evet  fark ettiği buydu. Bir sonraki olacak olan hayatını olumlu mu olumsuz mu etkileyecekti. Daha doğrusu olumsuz olsa bile çevirebilecekmiydi ? Bunları düşünerek boşluğa bakarak ve bir robotmuşçasına cam asansöre bindi.
Önündeki ufak tefek kızı alansal olarak boğmamak için kendini cama yapıştırmıştı. Kimse ile göz göze gelmek istemiyordu. Nerede ise soluğunu bile tutuyordu. O küçücük alanda sosyalleşmek istemedi...

İşten çıktığında otoparka yürümek bir kurtuluş yolu, gün filminin finaline uzanan bir sahne gibiydi. Bazen saatlerin geçmesini sırf bu yüzden istiyordu, bu ana ulaşmak için. Her ne kadar ağırdan alıp jeneriğe fırsat tanımayı düşünsede, bir an evvel oradan uzaklaşmak geçiyordu içinden. Arabasına, güvenli ve artık kimseye hesap vermeyeceği alana dönmek istiyordu. Çıkıştaki hafif rampaya yönelirken onu gördü. Bu ortamda nadir olarak beğendiği ve göreceli olarak mütevazi gözüken bir kızlardan biriydi. Üzerinde durmak istemedi bu anın , selam vermekle yetindi. Gülümsemeyle birlikte aldığı karşılık içini bir yeni yetme gibi ısıtsada kendini koyuveremeyeceğini biliyordu. Yoluna devam etti.

Aklındakilerle yürüdü otoparka, arabasına.
Arabanın kapısını  kapatana ve müziği açana kadarda herşey asılı kaldı içinde, aklında ......